8 Temmuz 2010 Perşembe

Üç Harf..


Not: Alıntı Değildir. Kaynak Göstermeden kullanılamaz.. A.D.

Karanlık… Başka hiçbir şey yok mu etrafta? Bir tek ben mi varım? Kör mü oldum acaba.. Yok canım olamaz öyle bir şey. İyi de nasıl emin olabiliyorum ki? Neredeyim? Boğazım da çok kuru, canım acıyor.. Ama sesime noldu? Yok konuşamıyorum… Nerdeyim ben, ne oluyor ki bana? Biri bana yardım etsin.. Biri var mı ki acaba? Etrafa bakmak en iyisi sanırım.. İyi bari en azından yürüyebiliyorum. Ama, ama bu kadarcık mı? Genişlik bu kadar mı yani? 1 adım sonra nasıl biter yol? Allah’ım neler oluyor..

Sakin.. Rüya bu ya, belli yani başka bir açıklaması yok. Uyuyorum ama birazdan uyanacağım. Klasik yöntem neydi? Heh tamam canını acıtmak.. Ahh.. Ee ama tamam işte sıktım kolumu.. Peki neden hala buradayım? Acı mı yeterli gelmedi acaba.. Olabilir
mi? Off, duvara tekme de işe yaramadı.. Hadii uyan artık.

Peki ya gerçekse?

Ne kadar geçti? Ne kadardır buradayım?

Dur bir dakika dur… Bir parıltı? Aman tanrım evet sonunda… Gözlerim aldatmıyor olsun beni ne olur.. Saçmalamasın bunca zaman karanlıkta kalmaktan, kandırmasınsın beynimle bir olup beni.. Yok yok yaklaşıyor parıltı.. Evet büyüyor gitgide.. Acaba ben mi gidiyorum ona istemsizce.. Bir daha kıpırdama umudunu kaybetmiş bacaklarım mı koşuyorlar parıltıya doğru, bilmiyorum.. Açıkçası umurumda da değil. Parıltı büyüdükten, parıltı netleştikten, her saniye içimi gittikçe daha da artan sıcak bir his kapladıktan sonra neden umurumda olsun ki zaten.. Aldatmaca değil bu his, gerçek…

Koyu kırmızı bir ışık bu.. Aslında çok tanıdık bir renk, yabancı değil bana.. Adeta insanı günaha davet eder gibi. Korkutucu ama aynı zamanda da baştan çıkarıcı. Yaklaştıkça koyu kırmızı renginin içine hapsediyor beni, gözümü merkezinden alamıyorum.. Karanlığın içerisindeki bu gizemli güzelliğin sahibi beni kurtaracak buradan, inanıyorum.. Gittikçe içimde sıcaklığını artıran his, artık damarlarımda geziniyor. Kalbim, vücuduma kanla birlikte bu sıcaklığı da pompalıyor, hissediyorum.. Artık koşuyorum işte.. Dayanamıyorum.. Bir an evvel ulaşmalıyım merkezine bu kusursuz koyu kırmızı parıltının..

Sanırım tam ortasındayım parıltının.. Biri var burada, sonunda.. Tanıyor muyum? Daha önce hiç gördüm mü? Yok ya hiç zannetmiyorum. Yanındayım işte onun.. Peki dokunmalı mıyım? Ya bozulursa bütün büyüsü ben dokununca, ya sönerse bütün parıltısı… Benim çekindiğimi anladı sanırım, o uzanıp tuttu elimi.. Ne oluyor bana? Elimin rengi onun koyu kırmızı rengiyle bütünleşti.. Elini kolumda yukarıya doğru kaydırdıkça, elinin değdiği her yer onun ışıltısıyla bir oluyor adeta. Boğazım artık çok daha iyi, acımıyor... Konuşabilir miyim acaba? Ama ne diyeceğim ki.. Ya yanlış anlarsa beni bırakıp giderse? Hayır! Bırakamaz beni. Bırakmamalı… Dur bir dakika bu rengi nereden tanıdığımı biliyorum… Koyu kırmızı, kan kırmızısı… Elmas gibi pürüzsüz… Kendimi tutmama fırsat kalmadan ağzımdan kaçıyor üç harf..

“Lal”…

Kahretsin.. Neden açıyorum ki ağzımı? Ya korktuğum başıma gelir de çekip giderse?

Sarıldı bana… Sıkıca.. Hiç kimsenin bana daha önce sarılmadığı gibi. Artık renklerimizi ayırt etmek imkansız.. Bir bütün olduk adeta.. Sanırım yükseliyoruz.. İşte götürüyor beni uzaklara, çekip kurtarıyor beni bu lanet çukurdan.. İleride daha parlak bir ışık var gibi. Galiba oraya götürüyor beni..

Çok garip bir yer burası. Ortada çok büyük bir ışık kaynağı, etrafındaysa milyonlarca nokta.. İlk bakışta bizim de bu noktalardan biri olduğumuzdan hiç kuşkum yok.

Ortadaki büyük ışık kaynağını gösteriyor bana Lal. Sanırım bir şey söyleyecek, hem de ilk kez konuşacak benimle.. Onun da ağzından üç harf dökülüyor..

“Aşk”…

Zaman kavramımı artık tamamen kaybettim sanırım. Sürekli etrafında dönüyoruz bu büyük ışık kaynağının. Her dönüşümüzde biraz daha kaynaktan uzaklaştığımıza yemin edebilirim.. Uzaklaştıkça içimdeki huzursuzluk da artıyor.. Bir terslik var sanki burada. Artık etrafı daha rahat görebiliyorum, alıştım sanırım o ilk zamanlar mükemmel gelen parlaklığa.. Her gün gördüğüm bir şey ne de olsa..

Şu an ilginç bir yerdeyiz. Etrafımızdaki noktalar teker teker sönmeye başladılar, birden kayboluyorlar.. Sıra bize gelecek diye öyle korkuyorum ki..

Sıkıldım.. Durmadan dönmekten, bu kırmızılıktan, yanımda hep aynı insanı görmekten, her gün aynı şeyleri yaşamaktan, korkmaktan… Cesaretim de var artık, hem ne de olsa artık ben de kırmızıyım, ben de o kudretli parıltıdan bir parçayım. Bana ne olabilir ki… Ve bırakıyorum elimi elinden..

Ama bu olamaz, düşüyorum.. Kırmızılık çekiliyor tenimden, sıcaklık arınıyor damarlarımdan.. Hissediyorum.. Bütün bu panik ortamının içerisinde bir düşünce tokat gibi yapışıyor suratıma.. Sanırım kaybolan noktalara ne olduğunu buldum..

Karanlık.. Artık eskisinden çok daha korkunç.. Dua ediyorum tanrıya her gün, her dakika.. Lal’imi istiyorum ondan.. Elimden tekrar tutup tekrar beni yükseltmesini, yanına almasını, bana geri dönmesini.. Bir şans daha için yalvarıyorum tanrıya. Tek bir şans..

Çok karanlık.. Daha da mı karardı ortalık yoksa hep böyle miydi? Umutsuzluk bir kat daha mı kararttı zaten zifiri karanlık olan dünyamı? Bilmiyorum…

Artık yalvarmıyorum tanrıya. O gelmeyecek çünkü biliyorum. Kenara çekilip sessizce bekliyorum. İyi de neyi bekliyorum ki?

İşte geldi… İnanamıyorum o mu gerçekten? Tam umudumu kesmişken.. Bu sefer bırakmayacağım elini. İnan bana.. Kalkıp karşılamak istiyorum onu ama bacaklarım o kadar süre kullanılmamış ki kalkamıyorum. Galiba artık bacaklarımı hissetmiyorum..

O bütün bunları, yaşadığım ve yaşamakta olduğum bütün zorlukları biliyor gibi yaklaşıyor bana.. Gözlerinden beni anladığını, pişmanlığımı gördüğünü ve beni affetmek istediğini görebiliyorum. İşte o an adım adım gelmeye başladı yanıma.. Yavaşça oturdu.. Peki Şimdi ne olacak? Neye karar vereceksin? Affedebilecek misin beni?

Gitme, ne olur gitme..

Yattı göğsüme.. İnanamıyorum gerçekten uzandı yanıma, kafasını koydu üstüme… Beni hayata tekrar döndürmeye çalışıyor sanırım. Fakat bu işte bir terslik var. Dokunduğu yerlerim hala kapkara… Onun koyu kırmızı rengiyle bütünleşmiyor bu sefer. Fazla kafaya takılacak bir şey değil sanırım, en azından öyle olmasını diliyorum içten içe. İnanıyorum, zaman geçtikçe yine bir bütün olup noktalar arasındaki yerimizi alacağız..

Işıltısı mı gitmeye başladı? Yok canım daha neler.. Kesin uyduruyorum..

E ama Gidiyor işte.. Bana dokundukça, kendi ışıltısından kaybediyor. O beni parlatmaya çalıştıkça, onun bütün enerjisini yutuyor içimdeki kara boşluk.. Zehirliyorum onu. Karartıyorum. İttirmeye, kendimden uzaklaştırmaya çalıştıkça daha da sarılıyor bana. Hadi ama uzak dur benden.. Öldürüyorum işte seni, sen de farkındasın.. Git artık! Ama yok gitmiyor. O hala burada, yanımda..

O ne? Uzakta bir parıltı daha belirdi.

Lal ne kadar da güzel uyuyor göğsümde.. Çok masum gözüküyor.. Ne yazık ki eski ışıltısından eser yok.. Karanlık beni öldürmüyor belki ama onu öldürdüğü kesin. Çekmeliyim kollarını vücudumdan, kaldırmalıyım kafasını göğsümden… Kurtuluşun yeni pırıltıda olduğunu hissedebiliyorum. İttiriyorum onu yeni parıltıya doğru… Sanırım o da anladı ne yapmaya çalıştığımı. Ama yok, bu sefer izin vermeyeceğim tekrar beni sarmasına..

Bir şekilde diğer parıltının çekim alanına girmesini sağlamam lazım. Ben sonsuza kadar kalırım bu çukurda, karanlıkta, yapayalnız.. Fakat o.. O gitmeli, yaşamalı, bırakmalı beni.. Çünkü benim için feda ederse kendini, ebediyen yapayalnız kalmaktan çok daha büyük bir acı yaşatır bana.. Kaldıramam..

İşte bu yüzden tutuyorum bana tekrar sarılmak için açtığı kollarını.. İzin vermiyorum tekrardan o kolların belime dolanmasına.. Kulağına eğilip, üç harf söylüyorum acımasızca..

“Git”…

Son gücümle ittirip, diğer parıltının kollarına bırakıyorum onu.. “Lal”imi..

O giderken arkasından bakıyorum.. Mutlu gözükmem lazım, aklının bende kalmaması lazım. Yoksa mutlu olamaz ki yeni gelen parıltıyla.. Düşer bir süre sonra.. Ama o düşmesin. İstemiyorum…

Kalbim, parçalama kendini boşuna.. Kal demeyeceğim..

Burnum, yeni bir görev bul kendine.. Bir daha koklamayacağım ki içime son çektiğim
koku onun olsun..

Dudaklarım, kuruyabilirsiniz artık.. Sizi yeniden canlandıracak bir çift daha yok nasılsa..

Tenim, ayrılabilirsin bedenimden.. Hissedecek bir şey veremem artık sana..

Beynim, mutlu ol.. Hepsi senin suçun..

Ve Ben… Aklımda son bir soruyla kapıyorum gözlerimi karanlığın boşluğuna… Göçen ben miyim yoksa o mu benden göçen?…

Hiç yorum yok: