26 Ocak 2012 Perşembe

Crıcır Böceği


Bir gün New-York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar.

Gruptan biri, bir Kızılderili'dir.

Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır aramaya başlar.

Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder.

Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder.

Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder.

Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı, Kızılderili'ye: "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar.

Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.

Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.
Kızılderili, arkadaşına dönerek: "Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Balıkçı ve Zengin Adam


Amerikalı bir zengin, is seyahati sırasında Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış…
Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı…
“Merhaba balıkçı” diye seslenmiş. “Bu balıkları kaç zamanda tuttun?” “Bir iki saatimi aldı” demiş balıkçı… İştahlanmış bizim işadamı;
“E, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın?” diye sormuş. “Bu kadarı bize yetiyor da ondan” diye omuz silkmiş balıkçı. Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı;
“Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki” diye üstelemiş. Balıkçı, özetlemiş bir gününü: “Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Aksamları amigolarla beraber gitar çalıp, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım senyör”.
Gerinmiş Amerikalı: “Bak” demiş. “Ben sana yardımcı olabilirim. Bu ise daha çok zaman ayırmalısın. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa surede tuttuğun balıkları doğrudan isletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun”.
Balıkçı merakla “Bunları yapmak kaç sene alır senyör” demiş: “15-20 yılda halledersin” demiş Amerikalı, “Ama sonrası daha parlak: Zamanı gelince şirketini halka acarsın, hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.”
Milyonlar ha…” diye tekrarlamış balıkçı… “Eeee… sonra?” “Sonra emekli olursun. Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin. İstersen zevk için balık tutarsın. Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın. Aksamları da arkadaşlarınla muhabbet edip gece yarısına kadar gitar çalarsın.
Nasıl? Mükemmel değil mi?
Balıkçı cevap vermiş,”Ben zaten şu anda o işi yapıyorum, bu kadar telaşa ne gerek var…

18 Ocak 2012 Çarşamba

Çiçek ve Su

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.  İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye... Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.


Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. 


Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...


Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez." Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.


Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir.

11 Ocak 2012 Çarşamba

On Altın Anahtar


  • Düşünmeye vakit ayır; düşünce güç için kaynaktır.
  • Eğlenmeye vakit ayır; eğlence gençliğin sırrıdır.
  • Okumaya vakit ayır; okuma bilginin pınarıdır.
  • Duaya vakit ayır; dua güç anlarda direnmenin desteğidir.
  • Sevmeye vakit ayır; sevme yaşamı tatlı kılan şeydir.
  • Anlaşmaya vakit ayır; anlaşma yaşama güzel bir tat verir.
  • Gülmeye vakit ayır; gülme ruhun güzelliğidir.
  • Vermeye vakit ayır; verme günün aydınlığıdır.
  • İşini iyi yapmaya vakit ayır; iyi işi kişiyi kendine saygın yapar.
  • Teşekküre vakit ayır; teşekkür yaşam pastasının kremasıdır.

9 Ocak 2012 Pazartesi

Başarılı ve Başarısız İnsan

Başarılı insan ”birşey olacaksa benim sayemde olacak" der
Başarısız insan ”hiçbirşey benim elimde değil”der

Başarılı insan düşlerini gerçeğe dönüştürür
Başarısız insan gerçeği düşlerine dönüştürür

Başarılı insan”araştırıp öğrenelim" der
Başarısız insan”hiçkimse bilmiyor”der

Başarılı insan çözümün parçasıdır
Başarısız insan sorunun parçasıdır

Başarılı insan başarısız olmaktan korkmaz
Başarısız insan başarılı olmaktan korkar

Başarılı insan başarısız insandan daha çok çalışır
Başarısız insan her zaman çok meşguldür

Başarılı insan "hata yaptım" der
Başarısız insan”benim suçum değildi ”der

Başarılı insan isteyerek yapar
Başarısız insan mecbur olduğu için yapar

Başarılı insan zaman yaratır
Başarısız insan zamanı boşa harcar

Başarılı insan söz verir
Başarısız insan vaat eder

Başarılı insan "yapacağım" der
Başarısız insan”yapmaya çalışacağım”der

Başarılı insan”iyiyim ama daha da iyi olabilirim”der
Başarısız insan”çoğu insanın olduğu kadar kötü değilim”der

Başarılı insan dinler
Başarısız insan konuşma sırası kendisine gelsin diye bekler

Başarılı insan başkaları doğru şeyler yaparken görür
Başarısız insan başkaların yanlışları yakalar

Başarılı insan başkalarından ders alır
Başarısız insan başkalarından alır

Başarılı insan fırsatları görür
Başarısız insan sorunları görür

Başarılı insan eylemde bulunur
Başarısız insan konuşur

Başarılı insan bedel ödemeye hazırdır
Başarısız insan gümüş tabakta sunulması bekler

6 Ocak 2012 Cuma

Dört Mum

Bir odada dört mum sessizce yanıyordu.
O kadar derin bir sessizlik hüküm sürüyordu ki odada, aralarında 
fısıltı şeklindeki konuşmaları bile rahatlıkla işitiliyordu...

Birinci Mum 'ben barış'ım !' dedi. Ancak kimse benim sürekli yanık kalıp, etrafıma ışık saçabilmeme yardımcı olmuyor. Artık sönmek üzereyim... 


Ve sessizce karanlığa gömülüverir...

İkinci Mum 'ben güven'im' der. Ama artık gerekli olduğuma inanmıyorum.. Yanık kalmamın da bir kıymeti kalmadı..


Hafif bir esinti ışığını söndürüverir.

Üçüncü Mum çok üzgündür. 'ben sevgi'yim' ama etrafıma ışık verecek gücüm kalmadı. İnsanlar beni hep kenara itiyorlar. Kendilerine en yakın olanları bile sevmemeye basladılar. 


Sessizce söner gider Sevgi mumu...

O sırada içeri aniden bir çocuk girer. 3 mumun söndüğünü görünce sebebini sorar ve niçin sonuna kadar yanmadıklarına hayıflanarak ağlamaya başlar. 


Dördüncü Mum, yumuşak ve yatıştırıcı sesi ile çocuğa ağlamamasını söyler.  'Korkma' der; Ben etrafıma ışık saçtığım sürece digerleri yeniden yanarlar ve onlar da aydınlatmaya devam ederler. Zira ben UMUT'um!..


Gözleri parlayan çocuk umut mumunu alır ve diğerlerini teker teker yakar.


İçinizdeki umut mumunun hiç sönmemesi dileğiyle..

5 Ocak 2012 Perşembe

Neden Ben?





Hani hep kötü durumlarda sorarız ya... 

Neden Ben? diye.. 






Efsane Wimbledon’un ilk siyahi şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi... 

Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
- Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?

Arthur Ashe cevap verdi:
-  Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir. 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2’si finale kalır.
    Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Niye ben’ derim?

"Mutluluk insanı tatlı yapar.
Başarı ışıltılı…
Zorluklar güçlü… 
Hüzün insanı insan yapar,
Yenilgi mütevazi…
Tanrı’ya asla ‘Neden ben?’ diye sormayın. 
Ne olacaksa zaten olur..."

Arthur Ashe

4 Ocak 2012 Çarşamba

Öğrendim.

İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim.Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak. Gerisi onlara kalmış. 

Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini, Ama yok etmek için saniyelerin bile yettiğini öğrendim.

Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil, Hayattaki kişilerin olduğunu öğrendim. 

İnsanın ancak 15 dakika çekici olabildiğini, ondan sonra alışıldığı öğrendim. 


Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptıklarını değil, kendimin en iyi yaptıklarını kıstas almam gerektiğini
öğrendim.

İnsanlar için olayların değil, onların daha önemli olduklarını öğrendim.

Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini, belki bunun onları son defa son görüşün olabileceğini öğrendim.

Her ne kadar onu çok düşünsen de, yine de gidebileceğini öğrendim.


 Kahramanların, yapılması gerekenleri ne pahasına olursa olsun, yapanlar olduğunu öğrendim.

İnsanların seni hep hesapsız sevdiğini, ama bunu nasıl göstereceklerini bilemediklerini öğrendim.

Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile asla acımasız olmamam gerektiğini öğrendim.

Gerçek dostluğun ve gerçek aşkın aramızda uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü öğrendim.

Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğrendim.

Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzeceğini ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğrendim. 

Bazen başkaları tarafından affedilmenin yetmediğini öğrendim. Kendini de affetmeyi öğrenmelisin.

İki kişinin tartışmasının, birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmediğini öğrendim. Ve tartışmadıkları zaman da sevdikleri anlamına gelmediğini.


Bazen kişiliğini eylemlerinin önüne koyman gerektiğini öğrendim.

İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebildiklerini öğrendim.

Hayatlarında her zaman dürüst bir şekilde daha ileriye gitmek isteyen kişilerin, sonuçları önemsemediklerini öğrendim. 

Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin, hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim.

Verebileceğin bir şey kalmadığında bile bir arkadaşın ağladığında, ona yardım edebilecek gücü bulabileceğini öğrendim. 

Yazmanın, konuşmak kadar duygusal gayret gerektirdiğini öğrendim.

İnsanları üzmeden ve duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin çok zor olduğunu öğrendim. 

Sevmeyi ve sevilmeyi öğrendim... 

Öğrendim... 

2 Ocak 2012 Pazartesi

En Büyük Yarış

Bir gün, bir hayvanat bahçesinden bir ayı kaçmıştır ve bir Japon ile bir Amerikalı parkta dolaşmaktadır. Ayıyı gören Japon hemen çantasından spor ayakkabısını çıkarır ve giymeye başlar. Amerikalı dayanamaz ve sorar:

"Bu ayakkabılarla ayıdan daha mı hızlı koşacağını mı zannediyorsun?"

Japon cevap verir:

"Tabi ki hayır. Ama senden hızlı koşacağım kesin."

İnsanların çoğu başarıyı çevrelerindeki insanları geçmek olarak algılarlar. Halbuki büyük düşünen insanların yarışı ise daima kendileriyledir. Aynı şey kurumlar için de söz konusudur.

Sadece çevresindeki iş yerinden daha çok satış ve üretim yapmayı başarı sayan firmaların büyük başarılar elde etmesi mümkün değildir.

Yapmamız gereken, sadece çevremizdeki insanlardan daha iyi olmak değil, her gün, bir gün öncesinden daha iyi olmaya çalışarak hayat basamaklarında ilerlemektir.

En büyük yarış kendimizle yaptığımızdır...