18 Mayıs 2012 Cuma

Yangın



             Zamanın birinde soğuk bir kış sabahı erken saatlerde limanın birinden bir balıkçı filosu denize açılır. Rızklarının peşine giderler. Öğleden sonra büyük bir fırtına kopar ve gece olduğunda balıkçı teknelerinden hiçbirisi limana dönememiştir. Bütün gece boyunca eşler, anneler, çocuklar ve sevgililer ellerini ovuşturup, kaybolan sevdiklerini kurtarması için Allah’a dua ederek liman çevresinde bir geri bir ileri dolanıp dururlar. Bu berbat  psikoloji içinde belirsizlik sürerken, bir de liman kenarında bulunan evin birinde yangın çıkmaz mı, erkekler olmadığı için yangını söndürüp evi kurtarmak mümkün olmaz.

              Ancak gün ışımaya yakın balıkçı teknelerinin tümü de sağlam olarak limana döner. Fakat orada ümitsiz, buruk bir kişi vardır. Bu kişi yangında evi kül olan adamın eşidir. 

              Kocası karaya çıkarken şöyle bağırır, "Aman Allah’ım, mahvolduk! Evimiz, içindeki her şeyle birlikte yandı,  kül oldu!" Adam ise, kadını şaşırtan şu sözleri haykırır, "O yangına şükürler olsun! Yanan evimizin ışığı sayesinde bütün teknelerle beraber yolumuzu bulabildik ve canlarımız sağ döndük..


27 Nisan 2012 Cuma

Kahve

Her kahve aynı değildir…
Her kahve aynı tadı taşımaz. Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre tadı değişir…

Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir. Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır…

Bir pazar öğle sonrası annenin “hadi bir kahve yap da içelim” dediği kahve huzurludur. Köpükler annenin göz bebeklerine yansır, dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir…

Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır, koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın. Çıktığın an uyuyakalırsın… Ferahlıktır...


Dostlarla içilen kahve neşedir. Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer…


Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır. Acıdır tadı. Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır…


Baban için yaptığın kahve sevgi doludur. Sıcaktır dumanları tüter ve kokusu büyülüdür...


Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır, ısıtır insanın içini…

Yorgun olduğunda içtiğin kahve hafifletir seni. Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...


Kahve ayni kahvedir belki, 

Köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir... Ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tatları değişir…


Her kahve aynı değildir bu yüzden..

26 Nisan 2012 Perşembe

İş Yerinde İnsan Tipleri

Aslan Şirketin sahibidir, o kadar. 

Bukalemun Bulunduğu ortama göre farklı davranan Nabza göre şerbet veren ve bu şekilde başarı sağlamaya çalışan insan tipidir. 

Çakal Katırlara yük yükleyip kendileri yapmış gibi gözükerek bir yerlere gelmeye çalışan, kendileri hakkında anlatacak çok şeyi olan ve başarılarını büyüte büyüte anlatan, aslında bomboş olduklarının ortaya çıkmasından çok korktukları için vahşi gülme çığlıkları atıp duran insanlardır. 

Deve Geçmişteki 1-2 başarısını hörgüçlerine yükleyip yıllarca onunla hayatta kalmaya çalışan insan tipidir. 

Devekuşu Hiçbir şeye bulaşmadan kafasını kuma gömüp, sorunlar yokmuş gibi yapan ve "başkaları çözsün" deyip elindeki işten başkasına bulaşmayan insan tipidir. 

Dinozor Çok tecrübeli olmasına rağmen teknolojiyle tecrübeyi birleştiremeyen, atsan atılmaz satsan satılmaz insan tipidir. 

Domuz Sürekli çamura yatıp işlere köstek olmaktan başka işi olmayan sorunlu insanlardır... 

Fil Çok kaynak tüketmesine rağmen çok güçlü olduğu için aslanın bile bir şey diyemediği insan tipidir. 

İnek Bu tipteki insanlar tek bir işte çok iyidir ve o işi yaparak firmaya para kazandırır. Genelde yeniliklere kapalı bir tablo çizerler.Bu tip insanları yapacağı küçük bir iş için 1 yıl beslemek zorunda kalırsın. 

Karınca Son derece düzenli ve disiplinli çalışırlar ve teknik bir alanda iyi bir uzmanlığa sahiptirler... Çok iyi çalışırlar ve başarılı sonuçlar alırlar, ancak liderlik vasfına sahip değillerdir. Bu insanlar şirketlerin gizli lokomotifleridir… Ayrıca ineklerin aksine,k endilerini yenileyip yeni şartlara ayak uydurabilirler. 

Kartal 
Gerçek liderlerdir... Daha yukarıda uçarlar, yukarıda olmayı hakedecekleri kanatları vardır, geniş resmi, geçmişi ve geleceği herkesten daha iyi görürler ve güçlü gibi davranmaya ihtiyaç duymadan güçlü ve asildirler... 

Katır Başkalarının yüklediği binbir türlü işi yapıp durur... Bu arada kendi işlerini de yapar... Yükü hep ağırdır ve başkalarının yüklerini taşımaya devam ettikçe daha da yüklenir... 

Kedi Yerine çok bağlıdır... Şirkete kök salmıştır ve orada ölmeye niyetlidir... 

Köpek 
Sadece yaltaklanarak yer edinmeye çalışan insan tipidir... Kemiğini verdiğin sürece dost kalırsınız. 

Koyun Hiçbir şeye gıkı çıkmaz, katır kadar çok çalışmazlar ve inek kadar para getirmezler. Genelde günlük işleri yapan vasat pasif çalışanlardır... 

Papağan 
Önce adam sanırsın ama çok ve boş konuşmaktan başka hiçbir işe yaramazlar...  

Maymun 
Papağanlara çok yakındır, tek farkları konuşmalarının arasında sürekli komiklik yapmaya çalışmalarıdır. Biraz da şaklabandırlar… 

Sinek 
Zayıf olmasına rağmen tavırlarıyla mide bulandıran insan tipidir... Vızıltılarıyla katırları, koyunları, inekleri hep rahatsız ederler 

Timsah 
Genelde üst kademede olurlar ve işlerine gelmeyenleri dişleri arasında sıkıştırıverirler; ve bu işe mutlaka bürokratik bir kılıf bulurlar… 

Yarasa 
Önünü göremeyecek kadar kördür ama duyduklarıyla yolunu bulur. Yanlış bir şey duyacak olursa duvara toslar. Genelde papağanlar tarafından yönlendirilirler. 

Yılan 
Her birim de çalışabilirler, Sinsice kuyu kazarlar, bütün hepsinden daha fazla tehlikelidirler.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Doğruluğuna emin olabileceğimiz 20 şey!

1. Ektiğin kadarını biçersin. Emeğin sana mutlaka aynı oranda geri döner.

2. Kendi hikayeni kendin yaz. Kimse senin senaryonu yazmasın.

3. Geçmişte birinin sana yaptığı bir kötülüğün, bugün hiçbir gücü yoktur. Ancak sen o gücü verirsen olur.

4. İnsanlar sana kendilerini nasıl tanıtıyorlarsa, önce öyle kabul et.

5. Endişelenmek vakit kaybıdır. Öyle yapacağına, endişelendiğin şeyle ilgili bir şey yapmaya harca o zamanını.

6. Neye inandığın, hayallerinden, isteklerinden ve beklentilerinden çok daha güçlüdür. Sonunda her zaman, inandığın şey oluyorsun.

7. Sadece tek bir dua edeceksen, o ‘çok şükür' olsun.

8. Mutluluğun verdiğin sevgi kadardır.

9. Hata, seni başka yöne yönlendiren bir yol işaretidir.

10. Herkesin dediğinin aksine davranırsan, dünya yıkılmaz.

11. İçgüdülerine güven, onlar yalan söylemez.

12. Önce kendini sev. Sonra da, o sevgini her fırsatta etrafına yaymayı öğren.

13. İşini tutku yönetsin.

14. Sevdiğin şeyi yaparak para kazanmanın bir yolunu bul. O zaman her maaş, sana bonus olur.

15. Aşk acıtmaz. Çok da iyi hissettirir.

16. Her gün, yeniden başlamak için bir fırsattır.

17. Dünyadaki en zor iş, anneliktir. Ve bütün kadınlar bunu ilan etmelidir.

18. Şüphe, ‘-ma' ekidir. Kıpırda-ma, cevapla-ma, acele et-me.

19. Ne yapacağını bilemediğinde, sakinleş. Cevap gelir.

20. Hiçbir dert sonsuza kadar sürmez.


10 Nisan 2012 Salı

Öğrendim..

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. 
Işığı gördüm, korktum. 
Ağladım.


Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.


Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi ögrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin; güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.


İnsan tenini ögrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu ögrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.


Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu ögrendim.


Namusun önemini öğrendim evde.
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu...
Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.


Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acını
n, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, 

ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.



O ne durur, ne de unutur...

26 Ocak 2012 Perşembe

Crıcır Böceği


Bir gün New-York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar.

Gruptan biri, bir Kızılderili'dir.

Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır aramaya başlar.

Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder.

Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder.

Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder.

Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı, Kızılderili'ye: "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar.

Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.

Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.
Kızılderili, arkadaşına dönerek: "Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Balıkçı ve Zengin Adam


Amerikalı bir zengin, is seyahati sırasında Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış…
Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı…
“Merhaba balıkçı” diye seslenmiş. “Bu balıkları kaç zamanda tuttun?” “Bir iki saatimi aldı” demiş balıkçı… İştahlanmış bizim işadamı;
“E, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın?” diye sormuş. “Bu kadarı bize yetiyor da ondan” diye omuz silkmiş balıkçı. Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı;
“Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki” diye üstelemiş. Balıkçı, özetlemiş bir gününü: “Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Aksamları amigolarla beraber gitar çalıp, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım senyör”.
Gerinmiş Amerikalı: “Bak” demiş. “Ben sana yardımcı olabilirim. Bu ise daha çok zaman ayırmalısın. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa surede tuttuğun balıkları doğrudan isletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun”.
Balıkçı merakla “Bunları yapmak kaç sene alır senyör” demiş: “15-20 yılda halledersin” demiş Amerikalı, “Ama sonrası daha parlak: Zamanı gelince şirketini halka acarsın, hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.”
Milyonlar ha…” diye tekrarlamış balıkçı… “Eeee… sonra?” “Sonra emekli olursun. Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin. İstersen zevk için balık tutarsın. Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın. Aksamları da arkadaşlarınla muhabbet edip gece yarısına kadar gitar çalarsın.
Nasıl? Mükemmel değil mi?
Balıkçı cevap vermiş,”Ben zaten şu anda o işi yapıyorum, bu kadar telaşa ne gerek var…

18 Ocak 2012 Çarşamba

Çiçek ve Su

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.  İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye... Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.


Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. 


Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...


Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez." Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.


Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir.

11 Ocak 2012 Çarşamba

On Altın Anahtar


  • Düşünmeye vakit ayır; düşünce güç için kaynaktır.
  • Eğlenmeye vakit ayır; eğlence gençliğin sırrıdır.
  • Okumaya vakit ayır; okuma bilginin pınarıdır.
  • Duaya vakit ayır; dua güç anlarda direnmenin desteğidir.
  • Sevmeye vakit ayır; sevme yaşamı tatlı kılan şeydir.
  • Anlaşmaya vakit ayır; anlaşma yaşama güzel bir tat verir.
  • Gülmeye vakit ayır; gülme ruhun güzelliğidir.
  • Vermeye vakit ayır; verme günün aydınlığıdır.
  • İşini iyi yapmaya vakit ayır; iyi işi kişiyi kendine saygın yapar.
  • Teşekküre vakit ayır; teşekkür yaşam pastasının kremasıdır.

9 Ocak 2012 Pazartesi

Başarılı ve Başarısız İnsan

Başarılı insan ”birşey olacaksa benim sayemde olacak" der
Başarısız insan ”hiçbirşey benim elimde değil”der

Başarılı insan düşlerini gerçeğe dönüştürür
Başarısız insan gerçeği düşlerine dönüştürür

Başarılı insan”araştırıp öğrenelim" der
Başarısız insan”hiçkimse bilmiyor”der

Başarılı insan çözümün parçasıdır
Başarısız insan sorunun parçasıdır

Başarılı insan başarısız olmaktan korkmaz
Başarısız insan başarılı olmaktan korkar

Başarılı insan başarısız insandan daha çok çalışır
Başarısız insan her zaman çok meşguldür

Başarılı insan "hata yaptım" der
Başarısız insan”benim suçum değildi ”der

Başarılı insan isteyerek yapar
Başarısız insan mecbur olduğu için yapar

Başarılı insan zaman yaratır
Başarısız insan zamanı boşa harcar

Başarılı insan söz verir
Başarısız insan vaat eder

Başarılı insan "yapacağım" der
Başarısız insan”yapmaya çalışacağım”der

Başarılı insan”iyiyim ama daha da iyi olabilirim”der
Başarısız insan”çoğu insanın olduğu kadar kötü değilim”der

Başarılı insan dinler
Başarısız insan konuşma sırası kendisine gelsin diye bekler

Başarılı insan başkaları doğru şeyler yaparken görür
Başarısız insan başkaların yanlışları yakalar

Başarılı insan başkalarından ders alır
Başarısız insan başkalarından alır

Başarılı insan fırsatları görür
Başarısız insan sorunları görür

Başarılı insan eylemde bulunur
Başarısız insan konuşur

Başarılı insan bedel ödemeye hazırdır
Başarısız insan gümüş tabakta sunulması bekler

6 Ocak 2012 Cuma

Dört Mum

Bir odada dört mum sessizce yanıyordu.
O kadar derin bir sessizlik hüküm sürüyordu ki odada, aralarında 
fısıltı şeklindeki konuşmaları bile rahatlıkla işitiliyordu...

Birinci Mum 'ben barış'ım !' dedi. Ancak kimse benim sürekli yanık kalıp, etrafıma ışık saçabilmeme yardımcı olmuyor. Artık sönmek üzereyim... 


Ve sessizce karanlığa gömülüverir...

İkinci Mum 'ben güven'im' der. Ama artık gerekli olduğuma inanmıyorum.. Yanık kalmamın da bir kıymeti kalmadı..


Hafif bir esinti ışığını söndürüverir.

Üçüncü Mum çok üzgündür. 'ben sevgi'yim' ama etrafıma ışık verecek gücüm kalmadı. İnsanlar beni hep kenara itiyorlar. Kendilerine en yakın olanları bile sevmemeye basladılar. 


Sessizce söner gider Sevgi mumu...

O sırada içeri aniden bir çocuk girer. 3 mumun söndüğünü görünce sebebini sorar ve niçin sonuna kadar yanmadıklarına hayıflanarak ağlamaya başlar. 


Dördüncü Mum, yumuşak ve yatıştırıcı sesi ile çocuğa ağlamamasını söyler.  'Korkma' der; Ben etrafıma ışık saçtığım sürece digerleri yeniden yanarlar ve onlar da aydınlatmaya devam ederler. Zira ben UMUT'um!..


Gözleri parlayan çocuk umut mumunu alır ve diğerlerini teker teker yakar.


İçinizdeki umut mumunun hiç sönmemesi dileğiyle..

5 Ocak 2012 Perşembe

Neden Ben?





Hani hep kötü durumlarda sorarız ya... 

Neden Ben? diye.. 






Efsane Wimbledon’un ilk siyahi şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi... 

Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
- Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?

Arthur Ashe cevap verdi:
-  Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir. 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2’si finale kalır.
    Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Niye ben’ derim?

"Mutluluk insanı tatlı yapar.
Başarı ışıltılı…
Zorluklar güçlü… 
Hüzün insanı insan yapar,
Yenilgi mütevazi…
Tanrı’ya asla ‘Neden ben?’ diye sormayın. 
Ne olacaksa zaten olur..."

Arthur Ashe

4 Ocak 2012 Çarşamba

Öğrendim.

İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim.Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak. Gerisi onlara kalmış. 

Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini, Ama yok etmek için saniyelerin bile yettiğini öğrendim.

Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil, Hayattaki kişilerin olduğunu öğrendim. 

İnsanın ancak 15 dakika çekici olabildiğini, ondan sonra alışıldığı öğrendim. 


Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptıklarını değil, kendimin en iyi yaptıklarını kıstas almam gerektiğini
öğrendim.

İnsanlar için olayların değil, onların daha önemli olduklarını öğrendim.

Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini, belki bunun onları son defa son görüşün olabileceğini öğrendim.

Her ne kadar onu çok düşünsen de, yine de gidebileceğini öğrendim.


 Kahramanların, yapılması gerekenleri ne pahasına olursa olsun, yapanlar olduğunu öğrendim.

İnsanların seni hep hesapsız sevdiğini, ama bunu nasıl göstereceklerini bilemediklerini öğrendim.

Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile asla acımasız olmamam gerektiğini öğrendim.

Gerçek dostluğun ve gerçek aşkın aramızda uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü öğrendim.

Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğrendim.

Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzeceğini ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğrendim. 

Bazen başkaları tarafından affedilmenin yetmediğini öğrendim. Kendini de affetmeyi öğrenmelisin.

İki kişinin tartışmasının, birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmediğini öğrendim. Ve tartışmadıkları zaman da sevdikleri anlamına gelmediğini.


Bazen kişiliğini eylemlerinin önüne koyman gerektiğini öğrendim.

İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebildiklerini öğrendim.

Hayatlarında her zaman dürüst bir şekilde daha ileriye gitmek isteyen kişilerin, sonuçları önemsemediklerini öğrendim. 

Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin, hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim.

Verebileceğin bir şey kalmadığında bile bir arkadaşın ağladığında, ona yardım edebilecek gücü bulabileceğini öğrendim. 

Yazmanın, konuşmak kadar duygusal gayret gerektirdiğini öğrendim.

İnsanları üzmeden ve duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin çok zor olduğunu öğrendim. 

Sevmeyi ve sevilmeyi öğrendim... 

Öğrendim... 

2 Ocak 2012 Pazartesi

En Büyük Yarış

Bir gün, bir hayvanat bahçesinden bir ayı kaçmıştır ve bir Japon ile bir Amerikalı parkta dolaşmaktadır. Ayıyı gören Japon hemen çantasından spor ayakkabısını çıkarır ve giymeye başlar. Amerikalı dayanamaz ve sorar:

"Bu ayakkabılarla ayıdan daha mı hızlı koşacağını mı zannediyorsun?"

Japon cevap verir:

"Tabi ki hayır. Ama senden hızlı koşacağım kesin."

İnsanların çoğu başarıyı çevrelerindeki insanları geçmek olarak algılarlar. Halbuki büyük düşünen insanların yarışı ise daima kendileriyledir. Aynı şey kurumlar için de söz konusudur.

Sadece çevresindeki iş yerinden daha çok satış ve üretim yapmayı başarı sayan firmaların büyük başarılar elde etmesi mümkün değildir.

Yapmamız gereken, sadece çevremizdeki insanlardan daha iyi olmak değil, her gün, bir gün öncesinden daha iyi olmaya çalışarak hayat basamaklarında ilerlemektir.

En büyük yarış kendimizle yaptığımızdır...