31 Temmuz 2010 Cumartesi

Sorcerer's Apprentice


Sorcerer's Apprentice, uzun metrajlı bir Hollywood yapımı. 111 dakika uzunluğundaki filmin, yapımcı studyosu ise Walt Disney. Filmin 21.45 seansına Kuşadası Cinemarine sinemalarında gittim. Cinemarine, orta halli bir sinema salonu. Ses sistemi cok kaliteli değil, aynı zamanda perde buyukluğunun de cok yeterli olduğunu söyleyemem.

Filme gelirsek.. Filmin afişine bakarsak başrolde yeni nesil oyunculardan Jay Baruchel ile son yaptığı filmlerle hayran kitlesini yavaş yavaş kaybetmeye başlamış usta aktör Nicolas Cage var. Bana filmin ilginç gelen politikalarından biri de bu.. Çünkü filmde Alfred Molina ve Monica Bellucci gayet uzun bir sure de rol almalarına rağmen bu iki usta oyuncunun ne film afişinde ne promosyonlarda adları geçmiyor..

Film geçmiş çağlarda geçen ve göze gayet hoş gelen bir açılış sahnesiyle başlıyor. Konumuz ise Dave (Jay Baruchel) adlı genç oğlanımızın bir sihirbazla tanışıp, belli sebeplerle tanıştığı sihirbazımız olan Balthazar Blake'in (Nicolas Cage) Dave'i dünyayı kurtarmak üzere yetiştirmesi olarak özetlenebilir.. Zaten genel olarak filmde göze hoş gelme konusunda bir sıkıntı olmamasına rağmen, birçok mantık hatası göze batıyor. Özellikle filmin son 15 dakkası çöp...

Garip bir biçimde filmi ucuzlaştırma çabaları mevcut filmde. Sanırım kadroyu yıldız oyuncularla doldururken çok fazla para harcamışlar ki senaryoda ufak hinlikler yapıp masrafı azaltmaya calısmıslar. Araba takip sahnesi var filmde mesela, bu sahnenin sonunda çakallık yapmasalar parçalamaları gereken araba Mercedes SLS AMG (fiyatı 400 bin Euro civarı), fakat bizim çaylak büyücü karşı tarafa hurda buyusu yapmak isterken o da ne kendi arabasına yapıveriyor ve 1973 model saçma sapan bir arabaya donusturuyor guzelim Mercedes'i ve işte bu araba parçalanıyor.

Filmde, macar aynası hariç, yaratıcı büyü namına bir şey bulmak zor. Filmin sonundaki otomatiğe bağlayan plazma toplarını ise konuşmaya bile değmez.. Öte yandan komik/yaratıcı olan başka filmlere göndermeleri filmde sık sık görüyoruz..

Yazın sıcağından bunalmış ve klimalı bir yer arayan, otururken de sıkılmayayım onumde bişiler oynasın diyen Çok Hücreliler'in gidebileceği bir film.. Fakat kimsenin beklentiyle gitmemesinde yarar var.

Bu satırlar yazılırken IMDB puanı 6.3/10 olan filmin Çok Hücreli puanı ise 6/10..

Filmin fragmanını ise aşağıdan izleyebilirsiniz...



30 Temmuz 2010 Cuma

Clazziquai Project - Speechless



Bu şarkı, sevgilisinin elini tutup gözlerine bakıp onu öpmekten başka hiçbirşey düşünemeyen, aşık olmuş tüm Çok Hücreliler için..










Clazziquai Project - Speechless



Your skin your breath and I touch you with your thousand memories
and I feel your song smoothly into my ears can't take my eyes away from you

I'm speechless I gotta get to you and take your hands and kiss
I'm so sad and blind I feel no goal and where is my soul and sense
I'm speechless I gotta get to you and take your hands and say
I'm so lost but feel I make no sense and still cannot do anything

You live without me and then my pain deep into my body and soul
and I cry so loud to send my mind away please wake up and then take my hand

I'm speechless I gotta get to you and take your hands and kiss
I'm so sad and blind I feel no goal and where is my soul and sense
I'm speechless I gotta get to you and take your hands and say
I'm so lost but feel I make no sense and still cannot do anything


Şarkıyı hemen aşağıdaki play butonuna basıp dinleyebilirsiniz..



Şarkının herhangi bir klibi yok, fakat yine de ben video olarak dinlemekten zevk alırım arkadaş diyenler buradan youtubedaki videosuna ulaşabilirler..

29 Temmuz 2010 Perşembe

Aşırı Yükleme


Not: Alıntı Değildir. Kaynak Göstermeden kullanılamaz.. tuana B.

İnsanlar da bilgisayarlar gibi aşırı yükleme olduğunda yani kaldırabileceklerinden fazla işlemlere, gerekli gereksiz programlara maruz kaldıklarında çökerler mi?

Kesinlikle evet..

Bilgisayara gereksiz programlar yüklersin ya, hayatına da gereksiz insanları..

Bilgisayarını korumasız bırakırsan, güvenlik ağı delinir ve virüs girer. Kendi duvarını indirdiğindeyse tehlikelere açık olursun ve bazı insanmış gibi duran fakat olmayan virütik insanlar da hemen saldırırlar sana..

Bilgisayarında lisansını yenilemen gerektiği gibi, kendi kendini de yenilemen bu yüzden şarttır..

Ara sıra program ekle/kaldır da olduğu gibi, beyninin içinde ki ekle/kaldır butonuna basman gerekir ki gereken kişi ve olaylar upgrade edilsin, diğerleri dogru çöpe gitsn!

Formatsa bilgisayarına olduğu gibi aşırı yükleme durumlarında sana da yararlı olabilir. Yapmasını bilmiyorsan ve bir bilgisayarcı çağırmaya üşeniyorsan, resetleme bile rahatlamana yardımcı olabilir.. Fresh start kilitlendiğin her anda daimi iyi gelir :)

Ekstra hard drive alınca bilgisayarını yedeklediğin gibi, kendini de yedekleme ihtiyacı duyabilirsin. Fakat rahat rahat kullanabileceğin bir gündelik kullanım alanım olsun derken, aralıksız yükleme yaptığın beynin ve fizyolojin pes edebilir. Bu durumda senin hard drive ın alkoldür. Orda olduklarını bildiğin ve seni rahatsız eden dosyalar her zaman vardır ama genelde bunları seni etkileyebilecekleri yerde taşımazsın, pek çift tıklamazsın bunlara yani.. Kullanmak istediğindeyse usb girişine takarsın, kullanırsın. İstemezsen hard drive'ın içinde kullanıma hazır bulunurlar, orda olduklarını bilir ama yokmus gibi davranırsın..

Geri dönüşüm kutusunnun bir tık uzağındasın. Özledin mi bi kalemde sildiklerini? Bir tıkla 'geri yükle' butonu karşında!.. Aynı bilgisayar gibi şu zihin, sanki bi düşünce kıpırtısıyla tüm istediğin eski şeyleri bütünüyle hafızana geri kazıyabiliyorsun..

Tam tersi; silmek istiyorsun? 'bu ögeyi geri dönüşüm kutusuna göndermek istediginizden emin misiniz?' yazısını okumadan tamam diyeceksin. Çünkü bilgisayara ona verdiğin komutları sorgulamaz, ama zihin sorgular!

Yavaşlarsın..Senden bir şey yapman istendiğinde daha da yavaşlarsın.Hem bünyedekiler, hem yeni gelen ültimatomlar zihnini, beynini yorar..Sıfırlamak istersin kendini..Yenilemek..Yeni bi sürümle gözünü yeni bi güne açmak..Senden daha hızlı işlemcileri kıskanırsın..Daha fazla GB'a sahip olanları..Zorlarsın kendini..Ama o da ne! Sigara paketlerinin üzerindeki resimlerden, yazılardan farksızdır duruşun, bakışın, sözlerin.. Şimdi daha da yavaşlamıştır her şey..

Baktın olmuyor..Kapat şu bilgisayarı, kapanamayacak kadar yavaştır artık ya hadi neyse.. E fişini çek, pilini çıkar, bir şeyler yap ama kapat! Eski bulunduğun yerde ne varsa hepsini sıfırla! Başla bir yerden!

Önce oturum kapatılıyor yazacak, hatta sonradan açmak istediğinde; oturum düzgün kapatılamadığı için windows u nasıl başlatmak istiyorsunuz diye bir yazı çıkacak karşına.. Ya güvenli modu seçip gri renkli hayatı seçeceksin, ya normal olarak başlatı seçip eski monotonluğuna geri döneceksin, ya da..

Ya da bütün hayatını, olan biten her şeyini koruyup sakladığın, atmaya kıyamadığın neyin varsa bir kere bile düşünmeden çöpe atacaksın. Yenisi mi?

Sen iste, gelir..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Californication


Çok garip bir dizi bu dizi Californication.. Yani gunlerdir dogru kelimeleri secemiyorum bu diziyi sizlerle nasıl paylaşayım diye düşünürken. Aşkı anlatıyor desem tam değil, anlatmıyor desem hiç değil. Seks uzerine kurulu desem dogru gibi gozukuyor fakat aslında o kadar dolu bir dizi ki bu, boyle bir sınıflandırma yapmaya içim elvermiyor. Gerçek hayattan bir kesit desem o da değil. Ünlü olmak desem, yazarları anlatıyor desem.. Hiçbiri değil. Olmuyor işte bu dizi hiçbir kategoriye ne yazık ki girmiyor. Sanırım en iyi şöyle özetleyebilirim diziyi: Hank Moody...

X-Files'da ünlenen oyuncu David Duchovny'nin hayat verdiği Hank Moody işte tam böyle ortada kalmıs bir adamdır aslında. Umursamaz, vurdumduymaz gozukse de eski karısına baglılıgını hala koruyan, bir o kadar da cocuguna inanılmaz deger veren mukemmel de bir babadır. Yazmaktan cok da haz etmeyen ama yazmadan da duramayan dolayısıyla yazar olan, kitabının filmi cekilince milyon dolarlar içerisinde yuzmesine rağmen yine de film dogru duzgun cekilmediği için gururuna yediremeyecek kadar gururlu olan garip bir adamdır bu Hank Moody.

3 sezonunu dolduran bu efsane dizi 10 Ocak 2011'de tekrardan sevenleriyle buluşmaya hazırlanıyor.. 3. sezon finalinde çok zor bir halde bıraktığımız Hank'in başına gelecekleri meraklar bekliyoruz. Diziye yeni başlamak isteyen Çok Hücreliler için ise Ocak ayına kadar dizinin ilk 3 sezonunu izleyip yetişmelerini şiddetle tavsiye ediorm..

Dizinin best of videosunu aşagıdan izleyebilirsiniz..

27 Temmuz 2010 Salı

Titanic 2


Evet yanlış okumadınız Titanic 2 diyorum.. Şaka gibi değil mi? Yıllarca dalgası geçildi, yıllarca fanları tarafından komik trailerları hazırlandı, yıllarca hadi ordan denip umursanmadı.. Ama ilginç bir biçimde Titanic 2, 24 Ağustos günü raflardaki yerini alıyor. Yalnızca DVD olarak çıkacak filmin bence beyazperdeye yansımaması ise biz sinemaseverler açısından büyük şans..

Yani batmış bir geminin bile devam filmini çekebiliyorlar, bitmiş bir hikayenin bile bir şekilde adını kullanıp uzerinden prim yapıyorlar ya olacak iş değil çok hücreliler ya.. Çok komik şu film sektörü ve hollywood, çok!!

Başrollerini Bruce Davison ve Brooke Burns'un paylaştığı filmde, bu sefer Titanic'in başına bir tsunami musallat olacak.. Yaratacılık inanılmaz değil mi? Bu adamlar bu fikri bulmak için milyon dolarlarca para alıyorlar, yazık..

Filmin fragmanını alttan izleyebilirsiniz..



25 Temmuz 2010 Pazar

Aşka ve Terke Dair


Bugün Çok Hücreli Yaşam'da sözü Can Dündar'a bırakmak istiyorum.. Bu yazı, hayatımın bir döneminde kendimi özdeşleştirdiğim ve bana yoldaş olan satırları içeren çok özel bir yazıdır benim için..












Aşka ve Terke Dair


Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz.

Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...

En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.

Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...

Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;

"Ölmek var, dönmek yok"tur.

* * *

Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...

Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:

"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."

Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.

Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...

Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.

O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.

"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...

* * *

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...

Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.

Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...

"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.

İhanetten kırılmşıtır kaleminiz; severek, terk edersiniz...

* * *

"Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra...

Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".

Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.

Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...

Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...

Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...

Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...

"Bana ne... kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...

Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...

Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...

Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...

Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...

Dönemezsiniz.

Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

* * *

Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...

Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...

Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.

Sürünür gidersiniz.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Saw VII - 3D


Ailemizin seri katili Jigsaw, serinin yedinci filmiyle muhtemelen son kez ve üç boyutlu olarak geri dönüyor..

Saw'un final sahnesini izlediğim an verdiğim tepki aklımdan hiç çıkmaz ve bir çok kişinin de benim gibi olduğundan eminim. Hikayedeki twistler, son sahne ve de artık epik hale gelmiş bir kapanış müziği...

IMDB'den de anlaşılacağı gibi serinin devam filmleri ilk 2-3 filmin mirasını yemekten öteye geçemediler.

Detaylı incelemek istediğiniz filmin üstüne tıklayabilirsiniz..



Saw


Saw II


Saw III


Saw IV


Saw V


Saw VI


Saw VII
'ye gelirsek, film SAW 3D olarak sinemalarda gösterime girecek. Filmin ilk teaser fragmanı dün yayınlandı. Şu an için gösterim tarihi 22 Ekim 2010 olarak açıklanmış filmin fragmanından benim en çok dikkatimi çeken kısım ise, Jigsaw'un tuzaklarının artık halkın içinde gerçekleşmesi ve arka plandaki insanların bazılarının elinde cep telefonu oldugunu ve başkalarının ölümlerini kaydettiğini görebiliyor olmamız.. Buradan sanırım bize verilmek istenen mesaj yine toplumun yozlaşması üzerine olacak gibi duruyor fakat izleyip görmeden yorum yapmamakta tabii ki fayda var.. Filmin dün yayınlanan teaserını aşağıdan izleyebilirsiniz.. Fragmanda Jigsaw'un beni heyecanlandıran sözü ise "Every master craftsman – and all true geniuses – always save their best – for last." İyi Seyirler =)



23 Temmuz 2010 Cuma

Zekeriya Sofrası


Dun yazamadım biliyorum ama çok tatil modundayım şu aralar kusura bakmayın artık çok hücrelilerr =)

Bügün ise benim daha dün öğrendiğim ve çok ilginç(garip!) gelen bir gelenek hakkında sizleri de bilgilendirmek istedim...

Bu geleneğimizin adı: Zekeriya Sofrası.. Size en iyi bu olayı nasıl anlatabilirim die araştırma yaparken, Uludağ Sözlükten glgzli adlı arkadasın çok güzel ve yeterli açıklamasını buldum. Bakın neymiş bu gelenek..

Bu gelenek, Cumhuriyet sonrası Ankara'sında görülmüştür.1930-40'lı yıllarda yaygınlaşmış, günümüze kadar gelmiştir. Adak adama, adağını yerine getirme, yeni dileklerde bulunmak için yapılan bir yemekli toplantıdır. Buradaki yemek, daha çok çerez, yemiş ve yeşilliklerden oluşur. Eski istanbul ve Bursa'da da örneği görülmüştür.

Oralarda geleneğin adı,;Zekeriya Peygamber Sofrası; ya da Peygamber Sofrası adıyla adlandırılır. Geleneğin, yüzyılın başında Hicaz'dan gelen ihtiyar bir kadının eseri olduğu söylenmektedir. Zekeriya Sofrası geleneği, genellikle yalnızca kadınlar arasında yapılır. Fakat genç öğrenci delikanlıların ya da ender olarak kadınlı erkekli gurupların katıldığı sofraların da kurulduğu görülmüştür.

Sofra, dileği yerine gelmiş bir kadın tarafından düzenlenir. Daha çok Şabanı Şerif ayı içinde yapılır. Sofraya komşu ve akraba kadınlar çağrılır. Sofra açılmadan önce, iki rekat namaz kılınır. Namazdan sonra Kur'an-ı Kerim'in 19.Suresi olan Meryem Suresi okunur.

Zekeriya Sofrası, adını Zekeriya Peygamber'den alır. Sofranın özelliği ise, namaz kılınıp Kur'an okununcaya ve sofraya adak mumu dikilinceye kadar, katılanların birbirleriyle konuşmamalarıdır. Yani, susmak ve konuşmamak, sofranın başlıca kurallarındandır.Bu nedenle davete çocukları götürmezler. Zekeriya sofrasının bir diğer özelliği, sofrada 41 çeşit yiyeceğin bulunması zorunluluğudur. Eğer sofra iki kişi tarafından düzenlenirse 82 çeşit tabağın olması gerekmektedir. Sofraya katılanlar bu 41 çeşit yiyecekten tadarlar.

Sofranın ortasında, adağı yerine gelmiş olan ve sofrayı düzenleyen kadının diktiği mum, sonuna kadar yanık durur.Bu mumun yanına, davete gelenler ve adak dileyenler de birer mum dikerler. Bunlar;Eğer muradım olursa gelecek yıl Şaban ayında böyle bir sofra kurmayı ya da;Böyle bir Zekeriya sofrası kurmayı adıyorum; derler. Diledikleri niyet sayısına göre de mum dikerler.

Bazıları, Zekeriya Sofrası'nın dinle ilgili olmadığını söylüyorlar. Fakat, namaz kılınması, Kur'an-ı Kerim okunması, dua yapılması gibi uygulamalar, konunun dinsel yönünü göstermektedir. Sofraya mum yakmak ise dinsel esaslara uymamaktadır.Bir Zekeriya Sofrası Listesi Şöyle:

1)Antep fıstığı , 2)Fındık , 3)Sarı leblebi , 4)Kuru üzüm , 5)Beyaz leblebi , 6)Kuru erik , 7)Dut kurusu , 8)Yerfıstığı , 9) Pestil , 10) Kuru incir , 11)Şeker, 12)Portakal , 13)Mandalina , 14) Ayva ,15) Armut ,16)Muz , 17)Kestane , 18)Hurma , 19)Ceviz içi , 20)Damla sakızı , 21)Vişne kurusu , 22)Kesme şeker , 23)Çikolata ,24)Tepsi böreği , 25)Sigara böreği , 26)Zeytinyağlı dolma , 27)Kuru köfte , 28)Patates salatası , 29)Patates kızartması , 30)Turşu, 31)Bisküvi , 32)Maydanoz , 33)Tere , 34)Roka , 35)Marul , 36)Salatalık , 37)Taze soğan , 38)Havuç salatası , 39)Domates , 40)Tuz , 41)Çörekotu

21 Temmuz 2010 Çarşamba

3D Stereogram

3D Stereogram dediğimiz şeyin Türkçesi aslında hepimizin çok yakından tanıdığı Şaşıbak Şaşır'dan başka bir şey değil. A.D. olaraktan ben, yıllarca bu şaşıbak-şaşırları becerememenin üzüntüsü içerisindeydim ki geçen gece bir anda kendimde hissettiğim son güçle deneyip başardım =) Anlayacağınız oldukça mutluyum =)

İşin güzelliği eskiden gazetelere veya dergilere koydukları bu stereogramlar 2 boyutluyken, ilerleyen teknoloji sayesinde artık yeni nesil stereogramlarımız var ki bunlar 3 boyutlu. Eger doğru açıyı yakalarsanız gerçekten adeta bilgisayar ekranından fırlayıp suratınıza dogru geliyormus gibi bir etki bırakıyorlar.

Bu işi çok iyi beceremiyorum diyenler varsa, nasıl yapılacağını anlatan çok güzel bir alıştırma sitesi buldum siz çok hücrelilere.. Aşağıdaki linkten bu siteye ulaşabilirsiniz.

http://www.amblesideprimary.com


Girdiniz bu siteye, dediklerini yaptınız ve kendinize güveniyorsunuz değil mi? Tamam.. O zaman siz çok hücrelileri şu siteye doğru alalım... Açılan pencereden istediğiniz linke tıklayaraki başlıkta belirtilen nesne veya hayvanı rahatça görebilmeniz mümkün..

3D Stereograms


Bu ustte verdiğim siteden benim birkaç favorimi ise Çok Hücreli Yaşamda paylaşmak istedim.. Alta bu stereogramları kolaylık sırasına göre koyuyorum..

Başarılar =)

Not : Resimlere tıklayarak büyütün ve resimlerin tam karşısından bakın. Yoksa görmeniz zorlaşır.
Not 2: Görmeniz gerekenler sırasıyla: Köpek, 2 Adet Yunus, Gülen bir Kedi






20 Temmuz 2010 Salı

Jeff Buckley - Forget Her


Evet.. Bugun ilk kez Çok Hücreli Yaşam'ın tam ortasından gelen bir şarkı tavsiyesiyle sizlerleyim =)

Jeff Buckley
'in Forget Her sarkısını daha yeni keşfetmeme rağmen çok beğendim. Halbuki bu şarkı sanatçının 2002 yılında çıkarttığı Grace adlı albüme son anda dahil edilmemeye karar verilip, şarkının internetten yayılması uygun görülmüş. Baya geç keşfetmiş oluyorum yani..

Şarkıyı önceden bilenler Çok Hücreliler içinse yapabileceğim bişi yok =) En azından klibini izleyin yahu, valla guzel bak tam uymus sarkıya =)

Şarkıyı fizy.com dan dinlemek isteyenler buraya tıklayabilir..


Şarkının sözleri ise şöyle:

while this town is busy sleeping
all the noise has died away
i walk the streets to stop my weeping
‘cause she'll never change her ways

don't fool yourself
she was heartache from the moment that you met her
my heart feels so still
as i try to find the will to forget her somehow
oh i think i've forgotten her now

her love is a rose pale and dying
dropping her petals and men unknown
all full of wine the world before her
was sober with no place to go

don't fool yourself
she was heartache from the moment that you met her
my heart is frozen still
cause i try to find the will to forget her somehow
she's somewhere out there now

(guitar solo)

oh my tears are falling down as i try to forget
her love was a joke from the day that we met
all of the words all of the men
all of my pain when i think back to when
remember her hair as it shone in the sun
the smell of the bed when i knew what she'd done
tell yourself over and over you wont ever need her again

But don't fool yourself
she was heartache from the moment that you met her
oh my heart is frozen still
as i try to find the will to forget her somehow
she's out there somewhere now

oh
she was heartache from the day that i first met her
my heart is frozen still
as i try to find the will to forget you somehow
cause i know you're somewhere out there right now




19 Temmuz 2010 Pazartesi

Resident Evil: Afterlife


Bu filmi ben uzun zamandır bekliyordum Çok Hücreliler =) Serinin ilk filmi Resident Evil, belki de hayallerimi beyazperdede görmemi sağladığı için, benim çok hoşuma gitmişti. İkinci film Resident Evil: Apocalypse ortalamanın çok uzerinde bir devam filmi olarak göze çarpmış, fakat üçüncü film olan Resident Evil: Extinction ise çok da güzel giden bir serinin içine ağzına yüzüne ehm neyse devam edelim...

Bu filmin önemli olmasını sağlayan 2 büyük nedenden biri de işte bu seriyi nasıl hatırlayacağımız konusu. Bir diğer neden ise bu filmin muhtemelen serinin son filmi olacağı..

Filmlere şu güne kadar getirilen en büyük eleştiriler Resident Evil'ın Video Game fanlarından geliyor. Filmlerde yeteri kadar karakter analizi yapılmadığı, istenilen karakterleri uzun uzun göremedikleri ve oyunlardaki konularla filmin alakasız bir dogrultuda ilerlemesi oyun fanlarının büyük bir kısmının üzerinde durduğu ortak eleştriler olarak göze batıyor.

Ben ise çok fazla Resident Evil oyunu hastası olmadığım için güzel bir aksiyon filminin tadını çıkarmaya çalışanlardanım.. Resident Evil: Afterlife ın beklentilerimizi boşa çıkartmamasını umuyor ve sizi 10 Eylül'de - TR'de vizyon tarihi henüz açıklanmadı- Amerikada gösterime girecek olan filmin fragmanıyla başbaşa bırakıyorum...

Internet bağlantıları iyi olan Çok Hücrelilerin fragmanı HD olarak izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum..



Official Movie Site için tıklayınız..


Fotoğraflar için:


Ben resimleri bilgisayarıma indirmek istiyorum ya da daha yakından bakmak istiyorum diyen Çok Hücreliler ise buraya tıklayabilirler...

18 Temmuz 2010 Pazar

Yeni Anayasa Paketi


12 Eylül Referandumunun adım adım yaklaştığı şu günlerde, çoğu Çok Hücreli'nin kafasında yeni anayasa paketinin hayatımıza neler getireceği veya neler götüreceği hakkında soru işaretleri olabileceğini tahmin ettim. Eminim ki Türkiye'de birçok vatandaşımız sırf bu anayasa paketini hazırlayan partiden ötürü körü körüne evet ya da hayır diyecek. Fakat sizce de oyumuzu kullanırken, nasıl bir ülkede yaşayacağımızı belirlerken, neleri kabul ettiğimizi bilmemiz mantıklı değil mi?

Ben de bu konuda duyarlı ve meraklı olan Çok Hücreliler için bir araştırma yapma gereği duydum. İşte Yeni Anayasa Paketi hakkında bazı önemli noktalar..

En geniş özetini yapmak gerekirse; pakette yürürlük maddesi dahil, 3'ü geçici olmak üzere toplam 26 madde var.

Anayasa Taslağı bu haliyle geçerse Ak Parti'nin kapatılması zorlaşacak, HSYK'nın ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değişecek, Yüce Divan kararlarına temyiz yolu açılacak!..

Teklif, Anayasa'nın 10, 20, 23, 41, 53, 69, 74, 84, 94, 125, 128, 129, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 156 ve 159. maddelerinde değişiklik öngörüyor.


Yani bu ne demek? Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre bu değişiklikler en iyi şu somut örneklerle açıklanılabiliyor..

==> VAN SAVCISI SARIKAYA MESLEĞE DÖNEBİLECEK

Değişiklik paketi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten ihraç edilenlere yargı yoluna başvurma olanağı getiriliyor. Bu konuda herkesin hatırladığı yakın dönemde yaşanmış olay, Van eski Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten ihracı.Sarıkaya, 9 Kasım 2005'te Şemdinli'deki patlama sonrası meydana gelen olaylar üzerine hazırladığı iddianamede, olaylar nedeniyle tutuklanan astsubay Ali Kaya hakkında "tanırımı, iyi çocuktur" diyen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile birçok general ve üst düzey subayın da adını iddianameye dahil etmişti. Sarıkaya 2006’da HSYK kararı ile meslekten ihraç edilmişti.

==> TUĞLUK VE TÜRK SİYASETE DÖNEBİLECEK


Anayasa Paketi, partisinin kapatılmasına neden olan milletvekilinin üyeliğinin düşmemesini de öngörüyor. Bu konudaki son örnek, DTP’nin kapatılması. Anayasa Mahkemesi’nin DTP’nin kapatılmasına ilişkin verdiği karar ile, Türk ve Tuğluk, milletvekili sıfatını kaybetmişti. Anayasa değişikliğinin geçmesi halinde, iki eski vekil Anayasa mahkemesine başvurup lehte düzenleme isteyerek milletvekilliklerinin iadesini talep edebilecekler.

==> YAŞ İHRAÇLARI ORDUYA DÖNEBİLECEK


İskender Pala gibi binlerce eski subay ve astsubaya yeniden ordu yolu- Anayasa değişiklik paketinin geçmesi halinde, Yüksek Askeri Şura kararı ile TSK’dan çıkarılanlara da yargı yolu açılıyor. Bu konudaki sembol isimlerden biri de, yazar İskender Pala. Pala, “iki darbe arasında” adını taşıyan kitabında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden hangi gerekçe ve şartlarda ihraç edildiğini, buna karşı verdiği hukuk mücadelesini anlatmıştı.Yeni Anayasa değişikliği ile, İskender Pala durumundaki, ordudan ihraç edilmiş binlerce astsubay ve subay dava açabilecek. Bunlardan durumu uygun bulunanların mesleğe dönmelerinin de önü açılacak. Ancak bu sürecin nasıl işleyeceğine ilişkin, yeni yasal düzenlemeler de yapılması gerekiyor. Yeni yasal düzenlemelerde göreve iade edilecek kişinin hangi rütbe ve kıdemden göreve döneceği, tazminat olasılığı gibi unsurların yer alması gerekecek.

==> KENAN EVREN YARGILANABİLECEK


Pakette, 12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. madde yürürlükten kaldırılacak. Böylece, 12 eylül darbesinin sorumluları, üst düzey yetkilileri için yargı yolu açılmış olacak.

==> POZİTİF AYRIMCILIK GÜVENCEYE ALINACAK


Şehit ailelerine, gazilere, kadınlara, çocuk ve özürlülere daha fazla hak- Anayasa değişikliğinin getirdiği bir başka unsur, “pozitif ayrımcılığın” artık Türkiye Anayasası’nın bir parçası haline getirilmesi. Bu çerçevede, ülkesi için hayatını kaybetmiş şehitlerin ailelerine, iş göremez hale gelmiş gazilere, kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve özürlülere yeni hakların önü açıldı. Bu kesimlere yasalarla tanınacak yeni hakların, Anayasa’nın “eşitlik” ilkesine takılarak, iptal edilmesi olasılığı ortadan kaldırıldı.

==> VERGİ BORCU OLANLAR YURT DIŞINA KAÇABİLECEK!


Yeni değişiklikler ile, kişisel verilerin korunması Anayasal güvenceye alınacak. Daha önce, vergi borcu nedeniyle, bizzat vergi dairesi tarafından yurtdışına çıkış yasağı konulabiliyordu. Şimdi bu konuda, yani yurtdışına çıkış yasağı konusunda karar, sadece hakimler tarafından verilecek.

==> MEMURLAR TOPLU "GÖRÜŞME" YAPABİLECEK AMA GREVE GİDEMEYECEK


Anayasa değişikliği, çalışma hayatında da çok önemli değişiklikler getiriyor. Bundan böyle işçiler, aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olabilecekler. Memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplusözleşme yapma hakkı tanınacak, memurlara verilen uyarma ve kınama cezaları yargı denetimine açılacak. Greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu grev uygulanan işyerinde neden oldukları maddi zarardan sendika sorumlu tutulamayacak. Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grevi ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişlere ilişkin yasaklar kaldırılacak.


==> ASKERE SİVİL YARGI YOLU AÇILACAK


Askerlere bazı suçlarda sivil yargı yolu açılacak. Siviller, savaş hali dışında askeri mahkemelerde yargılanamayacak.


==> ANAYASA MAHKEMESİNE NORMAL VATANDAŞ BAŞVURABİLECEK


Anayasa Mahkemesi Anayasa değişiklikleri kapsamında, yeniden yapılandırılacak. Halen 11 asıl 4 yedek üyeli Anayasa Mahkemesi, 17 asıl üyeden oluşacak. Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra Meclis de 2 üyeyi, Sayıştay Genel Kurulu’nun gösterdiği 3’er aday arasından, 1 üyeyi ise baro başkanlarının avukatlar arasından göstereceği 3 aday arasından gizli oyla seçecek. Mevcut durumda, süresiz (kaç yaşında seçildiğine bakılmaksızın emeklilik yaşı olan 65 yaşına kadar) olan Anayasa Mahkemesi üyeliği 12 yıl ile sınırlandırılacak. 12 yıldan önce yaş sınırını dolduran üye emekliye ayrılacak. Ve en önemli değişiklik olarak; Artık sıradan vatandaşlar da Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecek. Daha önce sadece mahkemeler, ana muhalefet partisi ya da TBMM’de 110 milletvekili topluca Anayasa Mahkemesi’ne başvurabiliyordu.

==> GENELKURMAY BAŞKANI YÜCE DİVAN'DA YARGILANABİLECEK


Genelkurmay başkanı da, Meclis Başkanı da Yüce Divan’da yargılanabilecek- Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları da Yüce Divan’da yargılanacak. Ancak, dokunulmazlıkları hala devam eden siyasi parti liderleri ve milletvekilleri, ancak milletvekillikleri dolduktan sonra yargılanabilecek!

==> HSYK'NIN DA YAPISI DEĞİŞECEK


HSYK’nın halen 7 olan üye sayısı 22’ye, 5 olan yedek üye sayısı ise 12’ye çıkarılacak. HSYK, 3 daire halinde çalışacak. HSYK’nın mevcut asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçildikleri sürenin sonuna kadar devam edecek.


Bunların haricinde aramızda profesyonel olarak bu konularla ilgilenen Çok Hücreli olabilmesi olasılığını da göz önüne alarak onlarla birkaç link paylaşmak istedim..

Anayasa Paketi'nin Madde Madde Analizi - Dr.İlker Kılıç


Anayasa Paketi'nin Tamamı


Anayasa Değişikliği Karşılaştırmalı Tablosu

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Kenan Doğulu - Anlıyor Musun?


Evet.. Bugun, başarılı bir klip çalışmasını sizlerle paylaşmak istedim çok hücreliler. .

Kenan Doğulu'nun her ne kadar son albümü Patron'u genel olarak sevmesem de, albümün 4. şarkısı olan Anlıyor Musun? adlı şarkısına çektiği bu klibini çok başarılı bulduğumu belirteyim. Klip, şarkıyla da gerçekten uyumlu olmuş. Asıl en önemli olan nokta ise Türkiye'de hiç de alışık olmadığımız bir tarzda olması bu klibin...

O zaman izleyelim =)

16 Temmuz 2010 Cuma

Kadınları Baştan Çıkarmanın 8 Yolu


Evet.. Aşagıdakileri ben yazmadım, bir araştırmanın sonucuymuş =) Bekar Çok Hücrelilerin işine yaraması dileklerimle.. =)

Kadınlara "Sizi en çok ne heyecanlandırır ve tahrik eder?" sorusu soruldu. İşte cevaplar:

Amerika'da 1000 kadınla yapılan ve katılanlara "Sizi en çok ne heyecanlandırır ve tahrik eder?" sorusu yöneltilen araştırmanın sonuçlarını, uzmanlar 8 başlık altına topladı. Formsante dergisi, kadınları tahrik etmenin yollarını ortaya koyan bu araştırmaya Nisan sayısında yer verdi.

Kadınların tahrik olmasını neler sağlar ve bunu bilmek önemli mi diye düşünenlere, Brown Üniversitesi Psikiyatri Kliniği doçentlerinden Dr. Scott Haltzmann şöyle yanıt veriyor: "Sizi neyin heyecanlandırdığını ve bunun neden olduğunu bilmek muhteşem bir cinsel yaşamın anahtarıdır. Çünkü bu aynı zamanda size kendi zevklerinizi de kontrol etme imkanını sunar." İşte bu açıklama sonrası Amerika'da yapılan bir araştırma, kadınlarda tetikleyici 8 davranışı belirledi. Cinsel yaşamının yeterince renkli olmadığını düşünenler için, bu 8 davranışı "öneri" olarak kabul etmek de mümkün...

1- Saçlarına dokunmak


Neden işe yarar?: Kafatası derisi milyonlarca sinir ucu içerir. Bir erkeğin parmaklarının kadının saçlarında dolaşması, kadından hoşlandığını da gösteriyor aynı zamanda. Boşuna burun kıvırmayın, evrimsel psikoloji görev başında.

2- Omzunu Öpmek

Neden işe yarar?: Çünkü kadına beklenmedik bir şekilde yaklaşırsınız. Ayrıca sürpriz öpücükler kadının çekiciliğini ve erkeğin kadına bağlılığını gösterir.

3- Elinizi bacağına koymanız

Neden işe yarar?:
"İç baldırınız gibi, vücudunuzun bazı bölümlerine kazayla dokunmaya imkan yoktur" diyor Dr. Haltzman. Haksız da değil! Birisine duygusal olarak yeterince yakın olunca, o kadar yakına gelmesine izin vermek, duyguları harekete geçiriyor.

4- Uzun bir koşu sonrası nefes nefese kalmak


Neden işe yarar?: Egzersiz dopamin ve norepineprin salgılanmasını tetikler, vücudunuz egzersiz sonrasında endorfin salgılar ve kan akışınız artar. Egzersiz sonrası tüm bu vücutta yaşananlar, cinsellik yaşanırken olanlara paralel.

5- Hiç tanımadığınız bir kadınla göz göze gelmek


Neden işe yarar?:
İlk kez göz göze gelindiğinde, bu son derece etkileyici olabiliyor. Heyecanlanıyorsunuz çünkü göz göze gelmek kafalarda bir anda cinsel bir soru işaretini de çağrıştırıyor.

6- Jean pantolon giymek


Neden işe yarar?:
Erotik anlamda sutyen kadın bedeni için neyse, jean pantolon da erkek bedeni için o! Uzmanlar "Burada biyolojinin de etkisini unutmayın" diyor. Sıkı bir jean pantolon, sağlıklı bacak kasları, karın kasları anlamına geliyor! Bunlar da kadının sizi sağlıklı ve güçlü bir partner olarak görmesi demek tabii ki!

7- Sabun gibi kokmak


Neden işe yarar?:
Sabun kokan bir erkekten hoşlanmak, fırından geçerken kokusundan ötürü canınızın ekmek çekmesi gibidir. Koku, kadınların karşılaşana dek tanımadığı bir iştahı tetikler. Kolonyanın tersine, sabun erkeğin doğal kokusunu bloke ediyor. Sabun kokusu ve erkeğin kokusu birbirine karışıyor. Burada vücudun salgıladığı doğal kimyasallar devreye giriyor.

8- Bir köpük banyosunda uzanmak


Neden işe yarar?:
Köpük banyosu, rahatlamanın en kolay yolu. Genelde zihnimizdeki yapılacaklar listesi ile uğraştığımız için kendi fiziki uyanışımızın işaretlerini kaçırıyoruz ama ılık su, kanın cilt yüzeyinin altındaki sinir uçlarına gidişini hızlandırıyor ve bu da uyarılmayı kolaylaştırıyor.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Kendi Baban Olmak


Evet... Bugun bana çok ilginç gelen bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Bir insan kendinin babası nasıl olur?

Yetişkin bir kızı olan bir dulla evlenmiştim.
Babam da üvey kızımla tanışınca ona aşık oldu.
Ve sonunda onu kandırdı, evlendiler.
Böylece babam damadım oldu.
Üvey kızım da annem durumuna geldi.
Karım bir oğlan doğurdu.
Çocuk, tabii ki babamın kayınbiraderi ve üvey annemin kardeşi olarak,
Benim de dayım sayıldı.
Üvey annem de bir oğlan doğurdu.
Böylece kardeş sahibi oldum.
Ama, o üvey kızımın çocuğu olduğundan,
Aynı zamanda torunum sayıldı.
İş bu kadarla bitmedi.
Karım, annemin annesi olduğundan
Benim de büyükannem sayıldı.
Ben de babamın babası oluyordum.
Sonunda kendi babam olmuştum.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Entourage


Evet... Birkaç gün yazamadm ama yol telaşı dünya kupası finali derken ne yazık ki hiç vaktim olmadı.. Bugun ise size bir dizi tanıtmak istedim çok hücreliler..

Dizimizin adı Entourage. Dizi, ünlü hollywood aktörü Mark Wahlberg'in gerçek hayat hikayesinden esinlenmiş. Eh Hollywood yıldızı dediğimize göre dizide çok bol miktarda para, araba, partiler, çok güzel kızlar, seks ve de en keyifli tarafı ünlüler var. Yani dizideki karakterler sokakta yürürken de karşılaşabiliyoruz bu ünlü konuk oyuncularla, karakterlerin sevgilileri olup onlarla dolaşırken de..

Genel olarak Vincent Chase (Adrian Grenier) ve arkadaşlarının çevresinde yaşananları anlatıyor dizi. Mark Wahlberg'ü canlandıran karakter ise bu Vincent işte. Yan karakterler olarak ise Vincent'ın yanında 3 arkadaşını daha görüyoruz. Başarısız ve sönmüş bir TV yıldızı olan büyük kardeşi Johnny 'Drama' Chase (Kevin Dillon), menajeri ve en yakın arkadaşı Eric Murphy (Kevin Connolly) ve de ilk sezonda şöförlüklerini yapan fakat ortama neşe katan arkadaşları Turtle (Jerry Ferrara).

Bu karakterlerin haricinde, dizinin en büyük izlenme sebebi benim açımdan Ari Gold (Jeremy Piven)'dur. Her istediğini söyleyebilen çok güçlü karakterli bir ajans sahibidir bu adam. Fakat o kadar pislik gözükmesine rağmen aslında kalbi pırlanta gibidir.. En önemli özelliği ise hazır cevap olması. Hatta bu adamın o kadar güzel sözleri vardır ki, sırf kendisinin laflarına özel bir site mevcut.:

http://www.arigoldquotes.com

Dizi şu an yedinci sezonuyla Amerika'da HBO kanalında gösterilmekte. 2008 yılına kadar olan sezonlarının best of videosunu ise aşağıdan izleyebilirsiniz. Benim favori sezonum ise 5..



İyi Seyirler =)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Knight and Day


Evet.. Bugunkü konumuz Knight and Day adlı uzun metrajlı bir Hollywood filmi. Filmin 12.30 seansına, dün Kanyon Alışveriş Merkezi içerisindeki Cinebonus'ta gittim. Burayı bilmeyen yoktur fakat İstanbuldaki en iyi sinema salonlarından biri olduğunu ve bu yüzden ses sistemi gibi ekipmanlarda herhangi bir sorun olmadığını yine de belirteyim.

Gelelim filme.. Filmin başrollerinde yakından tanıdığımız 2 ünlü Hollywood yıldızı oynamakta. Tom Cruise (Top Gun, Mission Impossible) ve Cameron Diaz (Charlie's Angels, Vanilla Sky). Knight and Day için bu ikili, Vanilla Sky adlı -herkese şiddetle tavsiye ediyorum çok başarılı bir filmdir- filmden yıllar sonra ilk kez birarada kamera karşısına geçtiler.

Film, 109 dakika uzunluğunda ve tüm Türkiye'de orjinal diliyle gösterime girdi.

Filmde, Roy Miller (Tom Cruise) adlı bir ajanın, partnerinin başka örgütlerle iş birliği içerisine girdiğini öğrenmesi sonucu bir araştırma projesini de yanına alarak kaçak durumuna düşmesi konu edilmiş. Aslında her şey Roy'un istediği gibi giderken havalanında June Havens (Cameron Diaz) ile çarpışması, onun planları dahilinde olmayan birçok şeye gebe olacaktır. ..

Filmin zaten tutarlılık veya blockbuster olmak gibi iddiaları yok, bunu ilk dakikadan da size hissettiriyor. Filmin yapmaya çalıştığı tek şey, daha iyi bir alternatifi olmayanların 2 saatlerini güzel bir şekilde öldürmelerini sağlamaya çalışmak. Peki bunu başarıyor mu? Bence başarıyor..

Filmin benim en çok dikkatimi çeken negatif yönlerinden ilki bazı ara geçişlerin çok çabuk atlanması. Yani tamam film sürükleyici yapılmak istenmiş, ordan oraya uçur bizi yönetmen de ama artık biz aptal seyirciler değiliz.. Olaylara birazcık da olsa mantık eklemek lazım. Özellikle bayılma sahnelerindeki saçmasapan geçişler çok canımı sıktı.. Bir diğer negatif yönü ise herkesin peşinde olduğu buluş. Tamam kalkıp da bize buluşu adım adım anlatma ama pek sevgili Knight and Day yazarları, madem böyle bir buluş fikriyle ortaya geliyorsunuz en azından bize mantıklı bir teori sunmayı borçlusunuz. Çünkü az önce de dediğim gibi artık sinema seyircisi aptal değil. Yıllardır birbirine çok benzeyen filmler izledi, akıllandı. Artık zırvalara karnı tok..

Boş vaktiniz varsa; gülmek, eğlenmek, kafa dağıtmak, düşünmeden film izlemek istiyorsanız; aksiyonla komedi nasıl harmanlanmış diye merak ediyorsanız bu filmi siz Çok Hücrelilere gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.

Bu satırlar yazılırken imdb de 6.7/10 puan almış olan Knight and Day'in, Çok Hücreli puanı ise 6.5/10.

Filmin fragmanını ise aşağıda bulabilirsiniz. Fragmanından da anlaşılacağı üzere filmin absürd bir komedi anlayışı yok. Daha ziyade olay komedisine dayandırılmış. Gerçekten çok güldüğüm sahneler olduğunu da belirtmekte fayda var..



İyi Seyirler =)

Akvaryum Koyu

Evet... Artık benim de tatile kaçma vaktim geldi çattı. Sizlere tabiki buradan tatil notlarımı iletmeye devam edeceğim. Hiç boşlar mıyım sizleri =)

Ama dedim ki istanbul'da daha kalacak olan Çok Hücrelilere bir kıyak yapıp, İstanbul'a yakın (Çanakkale) benim çok sevdiğim yerlerden biri olan fakat çok az insanın varlığından haberdar olduğu, yanı başımızdaki güzelliği onlarla paylaşayım. Aslında böyle sakin ve güzel bir yerin çok fazla kalabalıklaşması kimsenin işine gelmez, o yuzden Çok Hücreliler'den başka kimseyle paylaşmayın burayı =)

Anlaştık sanırım.. E o zaman gelelim mekanımıza =)

Başlıktan da anlaşıldığı gibi adı "Akvaryum Koyu". Kendisinin Bodrum ve Fethiye'de de adaşları bulunmasına rağmen bizi ilgilendireni Bozcaada'da. Çok da uzakta sayılmaz yani..

Benim daha önce ne yazık ki hiç gitme şansım olmadı Akvaryum Koyu'na. O yuzden buradan sonraki bilgiler tamamen internetten derlediğim bilgilerdir. Haberiniz olsn =)

Bu koyun, başlıca 2 büyük özelliği var. İlki suyun inanılmaz derecede net olması. Gece bile suyun altındaki taşları teker teker saymak mümkün. İkincisi ise çok çeşitli su altı canlısının bu koyda yaşamını sürdürmesi. Tabiki Türkiye'deki deniz canlıları öyle Meksika körfezlerindeki veya Kızıldeniz'deki gibi rengarenk değiller o yüzden yanlış bir izlenim bırakmak istemem kafanızda. Yine de çeşit çeşit balıkların sizle birlikte yüzmesi bence çok güzel bir duygu. Ayrıca arada renkli balıklara da rastlamak mümkün..

Şimdi bu blogum rehber misyonu ustlendiğinden adım adım gidiyoruz... Başlayalım.. Üstteki paragraftan ne çıkardık? Akvaryum Koyu'nun zevkine tam olarak varmak istiyorsak yanımızda şnorkelle gitmemiz gerekiyor. Evde yoksa çok üzülmeyin, Bozcaada'dan da temin edebilirsiniz.

Geldik ikinci adıma.. Nasıl gidilir?

Bozcaada merkezden yürüyerek yaklaşık 1 saat uzaklıkta. İyi bir pazarlıkla faytoncu amca götürür mü sizi bilemem tabi =) Bozcaada'ya, İstanbul'daki adalardan farklı olarak arabayla da gidilebiliyor. Tabiki feribotlara binmeniz gerek. Arabama atlayıp giderim ben diyen Çok Hücreliler buradan, otobüsle gitmeyi düşünenler ise buradan detaylı bilgiye ulaşabilirler. Arabayla gidenler için tabiki ulaşım çok daha kolay.. Dikkat edilmesi gereken en önemli noktamız ise şu: Bozcaada'ya vardıktan sonra koya gitmek için herhangi bir toplutaşıma aracı ne yazık ki yok.

Koyun en büyük handikapı ise etrafında, 3 km çapında bir alanda, medeniyet bulunmaması. Akvaryum Pansiyon adında tek bir pansiyon mevcut. Akvaryum Pansiyon hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Fakat benim gözüme çarpan en önemli şey pansiyonda elektrik ve telefon bağlantısı olmaması. Yani geceleri dış ortamların aydınlatılması meşalelerle sağlanırken, odaların içlerini ise mum ışıkları aydınlatıyor. Sıcak su gibi ihtiyaçlar ise güneş enerjisiyle temin edilebiliyor.

İşte bu noktada bir çıkarım daha yapmamız gerekiyor.. Böyle romantik bir ortama tabiki de sevgiliyle gitmek lazım =) Mum ışıkları, meşaleler, kumsal, deniz... Zaten bakın yani gün batımıyla birlikte hemen romantik bir atmosfer oluşmuş..



Buradan kuzu-gügü çiftine açık açık mesaj gondermekten de geri kalmayacağım.. Tut kızın elinden götür işte =)

Sonuç olarak, Akvaryum Koyu da böyle biyer işte Çok Hücreliler. Eğer İstanbul'un sıcağından ya da kendisinden bunalırsanız guzel bir haftasonu kaçamağını, çok uzaklara gitmeden ekonomik bir biçimde gerçekleştirebilirsiniz.

Oraya kadar gitmişken detaylı bir Bozcaada turu yapmak isteyip de neler yapabiliriz diyen Çok Hücrelileri unutmuş değilim tabi ki. Onları şöyle alayım...

Dediğim gibi ben hiç gidemedm ama siz Çok Hücreliler belki bi vakit bulup kaçabilirsiniz.

Alta Akvaryum Koyu'nun fotoğraflarından oluşmuş slayt gösterisi koyuyorum. Ben resimleri teker teker incelemek istiyorum diyorsanız da buraya tıklayabilirsiniz.

Görüşmek üzere =)

8 Temmuz 2010 Perşembe

Üç Harf..


Not: Alıntı Değildir. Kaynak Göstermeden kullanılamaz.. A.D.

Karanlık… Başka hiçbir şey yok mu etrafta? Bir tek ben mi varım? Kör mü oldum acaba.. Yok canım olamaz öyle bir şey. İyi de nasıl emin olabiliyorum ki? Neredeyim? Boğazım da çok kuru, canım acıyor.. Ama sesime noldu? Yok konuşamıyorum… Nerdeyim ben, ne oluyor ki bana? Biri bana yardım etsin.. Biri var mı ki acaba? Etrafa bakmak en iyisi sanırım.. İyi bari en azından yürüyebiliyorum. Ama, ama bu kadarcık mı? Genişlik bu kadar mı yani? 1 adım sonra nasıl biter yol? Allah’ım neler oluyor..

Sakin.. Rüya bu ya, belli yani başka bir açıklaması yok. Uyuyorum ama birazdan uyanacağım. Klasik yöntem neydi? Heh tamam canını acıtmak.. Ahh.. Ee ama tamam işte sıktım kolumu.. Peki neden hala buradayım? Acı mı yeterli gelmedi acaba.. Olabilir
mi? Off, duvara tekme de işe yaramadı.. Hadii uyan artık.

Peki ya gerçekse?

Ne kadar geçti? Ne kadardır buradayım?

Dur bir dakika dur… Bir parıltı? Aman tanrım evet sonunda… Gözlerim aldatmıyor olsun beni ne olur.. Saçmalamasın bunca zaman karanlıkta kalmaktan, kandırmasınsın beynimle bir olup beni.. Yok yok yaklaşıyor parıltı.. Evet büyüyor gitgide.. Acaba ben mi gidiyorum ona istemsizce.. Bir daha kıpırdama umudunu kaybetmiş bacaklarım mı koşuyorlar parıltıya doğru, bilmiyorum.. Açıkçası umurumda da değil. Parıltı büyüdükten, parıltı netleştikten, her saniye içimi gittikçe daha da artan sıcak bir his kapladıktan sonra neden umurumda olsun ki zaten.. Aldatmaca değil bu his, gerçek…

Koyu kırmızı bir ışık bu.. Aslında çok tanıdık bir renk, yabancı değil bana.. Adeta insanı günaha davet eder gibi. Korkutucu ama aynı zamanda da baştan çıkarıcı. Yaklaştıkça koyu kırmızı renginin içine hapsediyor beni, gözümü merkezinden alamıyorum.. Karanlığın içerisindeki bu gizemli güzelliğin sahibi beni kurtaracak buradan, inanıyorum.. Gittikçe içimde sıcaklığını artıran his, artık damarlarımda geziniyor. Kalbim, vücuduma kanla birlikte bu sıcaklığı da pompalıyor, hissediyorum.. Artık koşuyorum işte.. Dayanamıyorum.. Bir an evvel ulaşmalıyım merkezine bu kusursuz koyu kırmızı parıltının..

Sanırım tam ortasındayım parıltının.. Biri var burada, sonunda.. Tanıyor muyum? Daha önce hiç gördüm mü? Yok ya hiç zannetmiyorum. Yanındayım işte onun.. Peki dokunmalı mıyım? Ya bozulursa bütün büyüsü ben dokununca, ya sönerse bütün parıltısı… Benim çekindiğimi anladı sanırım, o uzanıp tuttu elimi.. Ne oluyor bana? Elimin rengi onun koyu kırmızı rengiyle bütünleşti.. Elini kolumda yukarıya doğru kaydırdıkça, elinin değdiği her yer onun ışıltısıyla bir oluyor adeta. Boğazım artık çok daha iyi, acımıyor... Konuşabilir miyim acaba? Ama ne diyeceğim ki.. Ya yanlış anlarsa beni bırakıp giderse? Hayır! Bırakamaz beni. Bırakmamalı… Dur bir dakika bu rengi nereden tanıdığımı biliyorum… Koyu kırmızı, kan kırmızısı… Elmas gibi pürüzsüz… Kendimi tutmama fırsat kalmadan ağzımdan kaçıyor üç harf..

“Lal”…

Kahretsin.. Neden açıyorum ki ağzımı? Ya korktuğum başıma gelir de çekip giderse?

Sarıldı bana… Sıkıca.. Hiç kimsenin bana daha önce sarılmadığı gibi. Artık renklerimizi ayırt etmek imkansız.. Bir bütün olduk adeta.. Sanırım yükseliyoruz.. İşte götürüyor beni uzaklara, çekip kurtarıyor beni bu lanet çukurdan.. İleride daha parlak bir ışık var gibi. Galiba oraya götürüyor beni..

Çok garip bir yer burası. Ortada çok büyük bir ışık kaynağı, etrafındaysa milyonlarca nokta.. İlk bakışta bizim de bu noktalardan biri olduğumuzdan hiç kuşkum yok.

Ortadaki büyük ışık kaynağını gösteriyor bana Lal. Sanırım bir şey söyleyecek, hem de ilk kez konuşacak benimle.. Onun da ağzından üç harf dökülüyor..

“Aşk”…

Zaman kavramımı artık tamamen kaybettim sanırım. Sürekli etrafında dönüyoruz bu büyük ışık kaynağının. Her dönüşümüzde biraz daha kaynaktan uzaklaştığımıza yemin edebilirim.. Uzaklaştıkça içimdeki huzursuzluk da artıyor.. Bir terslik var sanki burada. Artık etrafı daha rahat görebiliyorum, alıştım sanırım o ilk zamanlar mükemmel gelen parlaklığa.. Her gün gördüğüm bir şey ne de olsa..

Şu an ilginç bir yerdeyiz. Etrafımızdaki noktalar teker teker sönmeye başladılar, birden kayboluyorlar.. Sıra bize gelecek diye öyle korkuyorum ki..

Sıkıldım.. Durmadan dönmekten, bu kırmızılıktan, yanımda hep aynı insanı görmekten, her gün aynı şeyleri yaşamaktan, korkmaktan… Cesaretim de var artık, hem ne de olsa artık ben de kırmızıyım, ben de o kudretli parıltıdan bir parçayım. Bana ne olabilir ki… Ve bırakıyorum elimi elinden..

Ama bu olamaz, düşüyorum.. Kırmızılık çekiliyor tenimden, sıcaklık arınıyor damarlarımdan.. Hissediyorum.. Bütün bu panik ortamının içerisinde bir düşünce tokat gibi yapışıyor suratıma.. Sanırım kaybolan noktalara ne olduğunu buldum..

Karanlık.. Artık eskisinden çok daha korkunç.. Dua ediyorum tanrıya her gün, her dakika.. Lal’imi istiyorum ondan.. Elimden tekrar tutup tekrar beni yükseltmesini, yanına almasını, bana geri dönmesini.. Bir şans daha için yalvarıyorum tanrıya. Tek bir şans..

Çok karanlık.. Daha da mı karardı ortalık yoksa hep böyle miydi? Umutsuzluk bir kat daha mı kararttı zaten zifiri karanlık olan dünyamı? Bilmiyorum…

Artık yalvarmıyorum tanrıya. O gelmeyecek çünkü biliyorum. Kenara çekilip sessizce bekliyorum. İyi de neyi bekliyorum ki?

İşte geldi… İnanamıyorum o mu gerçekten? Tam umudumu kesmişken.. Bu sefer bırakmayacağım elini. İnan bana.. Kalkıp karşılamak istiyorum onu ama bacaklarım o kadar süre kullanılmamış ki kalkamıyorum. Galiba artık bacaklarımı hissetmiyorum..

O bütün bunları, yaşadığım ve yaşamakta olduğum bütün zorlukları biliyor gibi yaklaşıyor bana.. Gözlerinden beni anladığını, pişmanlığımı gördüğünü ve beni affetmek istediğini görebiliyorum. İşte o an adım adım gelmeye başladı yanıma.. Yavaşça oturdu.. Peki Şimdi ne olacak? Neye karar vereceksin? Affedebilecek misin beni?

Gitme, ne olur gitme..

Yattı göğsüme.. İnanamıyorum gerçekten uzandı yanıma, kafasını koydu üstüme… Beni hayata tekrar döndürmeye çalışıyor sanırım. Fakat bu işte bir terslik var. Dokunduğu yerlerim hala kapkara… Onun koyu kırmızı rengiyle bütünleşmiyor bu sefer. Fazla kafaya takılacak bir şey değil sanırım, en azından öyle olmasını diliyorum içten içe. İnanıyorum, zaman geçtikçe yine bir bütün olup noktalar arasındaki yerimizi alacağız..

Işıltısı mı gitmeye başladı? Yok canım daha neler.. Kesin uyduruyorum..

E ama Gidiyor işte.. Bana dokundukça, kendi ışıltısından kaybediyor. O beni parlatmaya çalıştıkça, onun bütün enerjisini yutuyor içimdeki kara boşluk.. Zehirliyorum onu. Karartıyorum. İttirmeye, kendimden uzaklaştırmaya çalıştıkça daha da sarılıyor bana. Hadi ama uzak dur benden.. Öldürüyorum işte seni, sen de farkındasın.. Git artık! Ama yok gitmiyor. O hala burada, yanımda..

O ne? Uzakta bir parıltı daha belirdi.

Lal ne kadar da güzel uyuyor göğsümde.. Çok masum gözüküyor.. Ne yazık ki eski ışıltısından eser yok.. Karanlık beni öldürmüyor belki ama onu öldürdüğü kesin. Çekmeliyim kollarını vücudumdan, kaldırmalıyım kafasını göğsümden… Kurtuluşun yeni pırıltıda olduğunu hissedebiliyorum. İttiriyorum onu yeni parıltıya doğru… Sanırım o da anladı ne yapmaya çalıştığımı. Ama yok, bu sefer izin vermeyeceğim tekrar beni sarmasına..

Bir şekilde diğer parıltının çekim alanına girmesini sağlamam lazım. Ben sonsuza kadar kalırım bu çukurda, karanlıkta, yapayalnız.. Fakat o.. O gitmeli, yaşamalı, bırakmalı beni.. Çünkü benim için feda ederse kendini, ebediyen yapayalnız kalmaktan çok daha büyük bir acı yaşatır bana.. Kaldıramam..

İşte bu yüzden tutuyorum bana tekrar sarılmak için açtığı kollarını.. İzin vermiyorum tekrardan o kolların belime dolanmasına.. Kulağına eğilip, üç harf söylüyorum acımasızca..

“Git”…

Son gücümle ittirip, diğer parıltının kollarına bırakıyorum onu.. “Lal”imi..

O giderken arkasından bakıyorum.. Mutlu gözükmem lazım, aklının bende kalmaması lazım. Yoksa mutlu olamaz ki yeni gelen parıltıyla.. Düşer bir süre sonra.. Ama o düşmesin. İstemiyorum…

Kalbim, parçalama kendini boşuna.. Kal demeyeceğim..

Burnum, yeni bir görev bul kendine.. Bir daha koklamayacağım ki içime son çektiğim
koku onun olsun..

Dudaklarım, kuruyabilirsiniz artık.. Sizi yeniden canlandıracak bir çift daha yok nasılsa..

Tenim, ayrılabilirsin bedenimden.. Hissedecek bir şey veremem artık sana..

Beynim, mutlu ol.. Hepsi senin suçun..

Ve Ben… Aklımda son bir soruyla kapıyorum gözlerimi karanlığın boşluğuna… Göçen ben miyim yoksa o mu benden göçen?…

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Photorealism

Evet... Bugün de yeni bir blogla karşınızda olmak buyuk bir zevk sayın Çok Hücreliler.. Bugünkü konumuz Photorealism denen bir akım. Türkçesini "tdk" amcamız fotogerçekçilik olarak bizlere lanse etmeyi uygun görmüş. Biliyorum çok yaratıcı =)

Neyse dönelim asıl konumuza. Nedir yahu bu photorealism?

Photorealism; 1960 yıllarında, özellikle Amerika'da ortaya çıkmış olan bir akımdır. Bu akımın özelliği ise aslında isminden de tahmin edilebileceği gibi yapılan resimlerin gerçek fotoğraftan ayırt edilemeyecek kadar detaylı olmasıdır. Pop Art akımının uzantısı olarak da değerlendirilebilen bu akımın işlediği konular ise genelde mekan ve popüler kültürün içerisinden seçilmiş nesneleri konu almaktadır.

Peki A.D. neden Çok Hücrelilerin bunları bilmesini istedi? Çünkü A.D. büyülendi =) Yani gerçekten önüme koysalar fotoğraf diyeceğim şeyleri çizmişler. Resmen olacak iş değil diyor ve Richard Estes, Charles Bell ve Glennray Tutor un şaheserlerinin olduğu bir slaytla sizleri başbaşa bırakıyorum...



Resimlerle tek tek ilgileneceğim diyorsanız buraya tıklamanız yeterli tabi.. Kızmayın hemen slideshow yaptım diye =)

Eğer aramızda bu akımla ilgilenip evde denemek isteyen Çok Hücreliler varsa onlara da yol göstermekten geri kalmayacağım tabiki.. O zaman bu link gönül verenlere gelsin..

A Step-by-Step Guide on Photorealism

Görüşmek Üzere..

6 Temmuz 2010 Salı

Toy Story 3


Evet... Dun 11.30 seansında Kanyon AVM deki Cinebonus da Real D teknolojisi ile izledim. Zaten 3 Boyut işinde teknolojinin başarı sırası IMAX, Real D ve X-Pand diye gidiyor, o yuzden vakit bulursanız IMAX de izlemenizi onermekle beraber Real D den de oldukca memnun kaldığımı belirteyim.

Filmde adeta renk cümbüşü var. Görüntüler çok net,çok temiz. En bastaki kırmızı maymunların saldırısından bile grafikerlerin ne kadar imkansız gözüken bir çalışmanın altına imza attıklarını soylemek mümkün. Gidin görün detaya girmeyeceğim burda.. En azından Toy Story 3 için spoiler dan kaçınıyorum =)

Film, oyuncaklarımızın sahibi Andy'nin büyümesini işliyor gibi gozukse de bu işin duygusal kısmı olarak kalıyor. Duygusal kısım da ne kısım ama... Açıkcası gozumden birkaç damla yaş getirmeye yetti. 90ların başında çocukluğunu geçirmiş insanların bu filmin sonunda geçmişe dönmemeleri imkansız..

Bu satırların yazıldığı esnada imdb top#250 listesinde 6. olan şaheserin puanı 9.1..

Fakat beni benden alıp çocukluğuma çok başarılı bir şekilde goturdüğü için ufak bir torpille çok hücreli puanı 10/10...

Aşağıdaki linkten TOY STORY 3 TRAILER ı izlemeniz mümkün...

http://dai.ly/90iPZE

Aaa bi de unutmadan.. Hangimiz bu müziği unutabiliriz ki =)

http://youtu.be/2F3vXiZRD4k